15 Mart 2012 Perşembe

Tezer’den Cümleler


         *Şimdi neden bu kadar çok sevdiğimi anladım, çünkü kendim ölmüştüm ve yalnızca başkalarının canlılığını algılayabiliyordum.
         *Nihayet yağmur başladı. Bu sabah artık yağmuru neden bu kadar çok sevdiğimi anladım. Ağlayan bir yüreğe benzediği için. Onun acısı yüreğimi ağrıtıyor.
         *Bugünden sonra acıyı mutluluk olarak tanımlayacağım.
         *Her sabah yepyeni bir dünyaya kalkıyorum. Her akşam dünyanın bütün yorgunluk acı ve çelişkileriyle dayanamaz duruma geliyorum.
         *Unutma: Dostların hep yazarlardı. Öyle de kalacaklar. Bir adam ve bir çocuk. Yaşamının en büyük raslantıları.
         *Yalnız yaşı olmayan ve dünyalarını kendi içlerinde taşıyan insanlara dayanabildiğimi görüyorum.
         *Bir şeyin değişeceği beni ürkütüyor, bir şeyin değişmeyeceği de.
         *Olaylar ve düşünceler, kafamın içinde sürekli acılar olarak birikti.
         *Yalnızca seninle yatarken sadığım sana. Bu bile fazla.
         *… Biz mutlu isek, mutlu olmayı istediğimiz ve bunun için çaba harcadığımız için mutluyuz.
         *Yaşadığım anların, onları yaşarken anıya dönüştüğünü algılar, onları yaşarken anılaştırırdım. Sonra bunu en güzel biçimde Savinio’da okudum: “Yaşanan an da anı olacak.”
         *Şunu öğrenmelisin: Sen hiçbir işe yaramaz değilsin. Seni senden çalan toplumdur.
         *Kültür bir şeye cesaret edebilme sorunudur. Okumaya cesaret edebilme, bir görüşe inanmaya cesaret edebilme, görüşlerini açıklayabilme cesaretidir.
         *Güç ve korku her zaman yan yanadır.
         *Ben, belli bir ülkesi olmayan insanlardanım.
         *İnsanın ana dilini yitirmesi, öz kişiliğinin yıkılması demektir.
*Dünyanın acısı olmasaydı taze yeşil yapraklar üzerindeki güneş ışınlarının bir anlamı olmazdı.
*İnsanın kendi dünyası dışında yaşayacağı bir dünya yoktur.
*İnsanın başkalarına söyledikleri kendi duymak istedikleridir. Yazdıkları, okumak istedikleridir. Sevmesi, sevilmeyi istediği biçimdedir.
*Herhangi bir yerde, herhangi bir zamanda yaşamım bitti. Bilmiyorum, nerede, ne zaman. Ve işte o bittiği yerde başladı. Acının sonunda. Acı ile.
*Bittim, yaşamımı kapattım.

Tezer Özlü’nün Kalanlar adlı kitabından

13 Mart 2012 Salı

Kalanlar




         Kalanlar
         Tezer Özlü
         Yapı Kredi Yayınları

         “Doğumum bile bir kökünden kopma idi. On yaşıma kadar, çevremi, özellikle çevremdeki sessizliği kavramaya çalıştım… Yirmi yaşım ile otuz yaşım arasında aklın bittiği yerleri ve çıldırmanın sınırlarını aradım… Otuz yaşım ile kırk yaşım arasında ne akıllı ne de çılgındım. Dünyayı kavradığımı sandım… Kırk yaşındayım. Bugün, gecenin bazı saatlerinde kitlenin anlamsız gürültüsü içinde boğuluyorum… Kendimi öldürmeye çalışıyorum… Özlemlerim kalmadı. Bıraktım. Hepsini kendi ve benim dünyamı anlamaları için bıraktım… Ve bana ölümsüzlerin sonsuz acıları kaldı.”
         Efsane sahibiyle yüzleşiyor.

         Arka kapak yazısı


         Bu kitapta Tezer’den kalanlar var. Acılarından kalanlar var. İntihar etmeden hemen önce karaladıkları, düşündükleri var. Hâlâ Tezer Özlü’yle tanışmadıysanız eğer bu çok iyi bir fırsat olabilir.
         Lisedeyken edebiyat hocam sayesinde tanıdığım ve okuduğum Yaşamın Ucuna Yolculuk’u da okuyabilirsiniz. Pişman olmayacağınıza eminim. 

2 Mart 2012 Cuma

Taşrada Ölüm Dirim Hazırlıkları



I

Herkesin bir sayfayı bırakıp
Başka bir sayfaya başladığı anda
Tıkandım ben. Yüzüm gözükmüyor ki
Fotoğrafta, nasıl gözüksün: Başımı
Eğmişim masanın üstüne, sanki tahtanın
Etine gömülmüşüm: Seyrelen saçların
Arasından iri, kilitli kafam fışkırıyor.
Aslında koyu bir suçtur içimde beslediğim.
İki çatı arasında bocalayan bir damladan
Havaya yontulmuş gün sisi ve damağımda
Donmuş buruk tat alaşımı, acıyla geçiyorum
O seyrek tarihten: Dönüp de bulduğum,
Her köşede pıhtılı bir mum.

Ayartıldığım
Dünyaya kazdım da kendimi: İçimden
Çoktan sökülmüş puslu sahanlıkta
Yeniden doğdum ve geriledim: Kapandığım
Kırgın mandolin dersleri, donuk boz suya
Düşen bisiklet gövdeleri ve kahverengi,
Pis bir örtüye çöküp bul karayı al parayı
Oynadığım yaşlarım için buğulu bir sıkıntıydım.

Oysa her şey
Nasılsa ince bir ipliğe bağlı: Annem
Bir Singer makinası için doğurmuş beni,
Sevdalı bir iğneyle dikmiş her şeyi
Bir tek yarama dokunamamış.

II

Herkesin bir sayfayı çevirip
Başka bir sayfaya başladığı anda
Karardım ben. Soğuk, tozlu
Bir ampulün cılız ışığında
Kendimden boşalan aynadan
Kendime baktım:
Ne kadar yalnızım aslında:
Çölün hemen eşiğinde uyarıcı bir işaret
Gibi duran bu uzun vahada
Alışamıyordum içimde beslenen
Güdümsüz hayvanın güdümsüz gelgitine
Ve o kadınlar
Ki bir anda tutuşan sayısız uçurtmayı
Çağrıştırıyordu arkama yığılan
Uçuk görüntüleri, el ve göğüs
Dil ve oyluk arası
Herşey bir anda kuruluyor ve yıkılıyordu
Aslında.

III

Bir trende doğurmuş annem beni:
İki şehir arası doğan sancı nasıl geçmişse
Gövdeme, hâlâ körpe bir tutkuyla koruyor
Kaygan yerini. O doyumsuz düzeniyle hayat
Önüme maskeli birkaç anıda çıktı hep,
Tıpkı doğru kelimeler için öğrendiğim
Yanlış anlamlar, yanlış anlamlar
Adına beni herkesten uzaklaştıran
Yanlış anlamalar için taşıdığım
Acımasız gecelerde olduğu gibi
Sarsılan ben oldum, daralan ötekiler.
İçimde yetişkin bir özlemle bekleyen
Yolcudan bekledim kalkıp gitmesini,
Gemlenmez bir taşkı, uzatmalı
Bir karanlık tadı aradım istasyona
Yılan gibi giden dar sokaklarda:
Annem trende doğurmuştu beni,
Onu bekledim.

IV

Neye yarar bu yüksek sızı
Ve gitgide boyalan çatlak?
Kararıp kömür kesilen yüzümü örten
Tül perdeden izlediğim kopuk kopuk filimde
Ben miyim oynayan ki kurgulamıyor
Kurtulamıyorum
Durumlarla insanları
Durumlarla insanlardan?

Ne kadar yalnızız aslında, tanrım
Ne kadar yalnızız tanrısal boşluğunda
Zamanın. Kaç yaşında delindi bu tekne
Ve su almaktan ağırlaştı iyice - ama
Herşey görkemli bir ayin için seçilmişse
Neye yarar bu yüksek sızı ve içimizde
Gitgide aralanan çatlak?

O doyumsuz tohum işledi yıllar yılı
İçimde. Alışamadım zamana ve elemek
Nedir bilmeyen belleğe,
Yağmur ve yağmur sonrası,
Çöl ve şiir
Mevsimlerine böldüm
Gizlice birikip artan yakıcı salgını,
Yeniden kurdum saatları,
Günü geceyi kendime ayarladım yeniden,
Tufanla birlikte çıkıp yeryüzüne
Beşik ve sin arasında
Sonuncu mevsimi aradım.

Neye yarar titrek canıma dokunan
Yasin, bir ölüdoğan için kurulmuş
Muskayla içimde hemen büyüyen
Siyah geleceği boğmak? Ben ki
Nedense avucumda derin izler,
Sevmedim hiç yazılmamış geleceği:
Ondan mıydı bilmem kundaktan
Yaşlı denize duyduğum kör inanç,
Gövdeme hazır toprakta kanattığım
Doğu saatı, güneye ve kuzeye
Yükselen bu sabırsız basınç,
Bu esrik pusula, bu kana kana
Suyundan içtiğim bâtın sarnıç?

V

İbrahim’le İsmail arası
Araladığım kurban perdesi:
Çıkar, arar, yitirdiğim her gün
Her gün taşıdığım ağrıyı,
Oğlum sana söylediğim ninniler
Kendi loş gerçeğimden süzülmüş
Açık birer tuzaktı: Eriyip giderdim
Ortasında efsanemin, azalırdı sende
Ve zamanda tuttuğum kırık umut zarı.
Gömüldüğüm odayı benden önce
Sayılar ve harfler kaplardı,
Bir çığlıktı takılıp kalan göğüs kafesimde,
Boğulur ve açılırdım fanusumda:
Bir sarsılma, bir tökezlenme anında
Esrik gözümle dönüp vurduğum aynada
Parçalanırdık birden: Sen ve ben ve
Dayanılmaz çoğalışımız.

Aykırı tohum! Öd noktasında elden
Çıkmış kaza duyarlığı! Herşey nasıl
Barok, nasıl kırılgan herşey:
Bir an boyu kafamda dağlanan ses
Çeşitliyorsa sonsuz bir uyumu
Alçalıyor gün, alçalıyor su
Ve omuriliğimde kıvranan keman,
Yerlebir sürüyor yerlebir süren:
İbrahim’le İshak arası geriliyorum
Elimle diktiğim çarmıha.

VI

Bir fiil dolaşıyordu yerde, bir fiil
Ki hâlâ dilimin ucunda: Gülüyor,
Birdenbire içime dışıma kanıyordum.
Ey açılmaya ve aralıksız yoluna dimdik
Dönmeye dönen sonsuz Makara!
Yıllar sonra yıllar önce kilitlediğim
Kapıyı kırmasaydım
Gece gündüz yazdığım silinecekti:
Arı bir damardan kuyuya akıyordu zaman,
Belki derindi.

Böyle gördüm işte kapanın sınırlarını,
Bir sürgün yalnızı nasıl kavruluyorsa
Evde, sokakta, çekirdeğinde şehrin –
Zincirinden boşalmaya duran
Bir yıkım duygusu için dizgin aradım,
Çözdüğüm kördüğüm. Derin mavi bir düşün
Ortasına geliyorlardı: Mahzene terk edilmiş
Bir akordeon, nereden bulunduğu anlaşılamayan
Bir laterna, neden yolun sonuna bu kadar yakın
Olduklarına inanamamış birkaç yaşsız kadın:
Sabaha kadar unutulmuş hasret türküleri
Yaktık: bir girdabın başladığı yerden
Dönebilirmişiz gibi.

VII

Şehrazad’dı oysa bir minyatürde gördüğüm
Ertelenmiş güzel ölüm, bin gün bin gece
Geçtiğinde yakalamıştım gizini dirimin:
Zaman bozgunun tılsımlı dengesindeydi
Belki de: Bir adım daha attım mı
Çözülür her bir yana dağılırdı büyü,
Makası vurdumsa dönüş yoktu
Kumaşın gövdesinde: Boşlukta yüzen
Ağır bir taş ki kavrasam kavramasam
Birdi
Kilidin anahtara kavuştuğu
Seyrek anlam dilimini.

Belki de insan
Baştan uca tırnaktı tanrıdan önce.
Düşlerdi tek besleyip kuruttuğumuz ürün,
Bir kutu vardı elimizde, tek onu dolu
Sanıyorduk. Burada değildi aslında
Aradığımız, durmadan uzağa bakıyorduk,

Binbirinci günün bitiminde bir yere
Çekildik hepimiz ve ayrılıp sobaya
Yanaştım ben iyice – gövdem yapışsın
Ve erisin diye kor gövdenin içinde:
Yazdım herkes uyuduğunda sonuncu masalı
İlkinin öncesine, yazdım ve kurtuldum
Yıllardır beni kilitleyen düğümden:
Ben babasız büyümüştüm, bir gece
Yangından artan korkunç bir izle.

VIII

Yazdım: Som bir anlam aradım,
İmbik ve sabır.
Durmadan içimdeki anadili aradım,
Susku ve kovuk.
Aylardan eylülü sevdim – gölge,
Gölgealtı, zifir.
Vakitlerden seheri: İki kesinlik
Arası seyrederken
Ufkun dibine doğru gidiyordum:
‘Beklemeyin, dönerim’’ dedim.

Benim de hayatımda boş bir sayfa olur,
Gün gelir. Ana anlamı doğurgan sorusuyla
O beyaz dile ekler sürüp giderim
Dümdüz yolumda, biri ben gelmeden mi
Doldurmuş bu boşluğu, belki de bilirim,
Bilemem.

Neye yarar yoksa bu yüksek,
Amansız sızı, neye yarar tam ortamda
Süren ve sürerken durmadan beni deviren
Yılgın huyu katetmek?

Herkesin kafasında donup taşlaşmış
Gücünü aşan gücü taşımak için
Ani sağanak imgeleri,
Dağıtmak için bir uçurum katsayısı
Dururdu.

Ben gidemezdim bir yere: Zaten
Uzaktaydım, durduğum yerde.

Enis Batur / Taşrada Ölüm Dirim Hazırlıkları adlı kitabından / S: 159 - 174


Taşrada Ölüm Dirim Hazırlıkları




Taşrada Ölüm Dirim Hazırlıkları
Enis Batur
Oğlak Yayıncılık

         ‘Taşrada Ölüm Dirim Hazırlıkları, şiir serüvenimin arka bahçesinden, ilk on yıllık süreyi (1972 – 1982) kapsayan bir seçme getiriyor. Kitaplarıma girmemiş, girmeyecek bu ürünleri ayrı bir kitapta toplamak, onlara farklı bir konumlamayla yaşam hakkı tanıyor, tanıyacak.
         (…)
         1972 – 1982 dönemi, yuvarlak tarih düşmek adına seçilmiş sanılsın istemem: Hayatımdaki iki kavşak yıl. 1972’de yurtdışına gitmeye karar vermiştim: 1982 sonunda Ankara’dan İstanbul’a göç etmeye. Kitaptaki parçalar ondan, az çok yurtdışı yıllarının emeklemelerini sergiliyor’’ (Önsöz’den)

         Enis Batur önemli bir yere sahiptir hayatımda. Çok küçük yaşta başladım kitaplarını da okumaya. Başka bir kitap ararken bulmuştum hatta kütüphanede. O günden beri ne bulduysam ona dair, ait okurum. Bu da onlardan biri. Ki yazıların, şiirlerin izdüşümleri, öncesi, sonrası hep ilgimi çekmiştir. Bu kitap da öyle. Eğer yazı notlarından hoşlanıyorsanız okumanızı şiddetle tavsiye ederim.
         Tabii bu kitabı anlamak için içinde bahsedilen kitapları da okumuş olmak gerek sanırım.