21 Eylül 2016 Çarşamba

1915 Gelibolu Harbi Günlüğü





         1915 Gelibolu Harbi Günlüğü
         Kâzım Şâkir
         Hazırlayan: İ. Bahtiyar İstekli
         Yeditepe Yayınları
        
         Anlaşılıyordu ki aziz ve bedbaht Türklüğün alnına yazılmış olan elemine yeni bir satır ilave için bütün cihan birbiriyle müsabaka ediyordu. Fakat Türkler artık o  kadar çok bedbaht ve müteellim oldular ki bu elem destanına yeni bir satır ilave ettirmemek için yok olma tehlikesini bile göze almışlardır. İşte Çanakkale’de cihana hayretler bahşeden o müthiş ve akılları durduran harika müdefaa ve hücumu, ilelebet yok olup gitmektense daha uzun zamanlar kaim olmak emeliyle çırpınan Türklüğün heyecan dolu ruhu doğurdu. Gelsin… Cihanın en namert milleti, milletlerin ve belki bütün beşeriyetin mazideki ve hatta tarihin bütün devirlerinin yüz karası olan o alçak, o hain millet de gelsin… Çanakkale’de akan Türk kanından seller belki biraz fazla akacak fakat daima aynı vakar, aynı heybet, aynı asaletle akan bu seller; bu kudurmuş kitleyi Adalar denizinin mavi sinesine doğru sürüp götürecektir…
         … Yarın belki beni de uzun asırlardan beri didiklenen ve parçalanan insanlığın zavallı bağrını deşmek, bütün beşeriyetin ellerini ve yüzünü kızartan o kanlı boyalarla boyanmak ve süslenmek için bu sahnenin uğursuz kahramanları arasına sürecekler, parçalayacağım… Ve belki parçalanacağım… O zaman sevdiklerimin ve beni sevenlerin el ele vermiş hayali temsilleri, gözlerinden akan elem seline dudaklarından dökülen matem mersiyeleri karıştığı halde topraklar üzerine serilmiş kanlı ve genç mevcudiyetim üstüne kapanacaklar…
            …Şu satırları zeminlikte yazarken Seddülbahir trajedisi kalpleri titreten fasılasız gürültülerle devam ediyor. Gecenin kalpleri donduran zulmeti içinde binlerce göz, bir daha açılmamak üzere kapanırken arkalarında bıraktıkları vücutların gözleri de kanlı yaşlarla bir daha kapanmamak üzere açılıyor…
            (Arka kapaktan)
        
         Kitapları orijinal dillerinden okumayı severim. Her ne kadar bu bir günlük olsa da Osmanlıca halini en azından şöyle bir karıştırmak isterdim. Gerçi el yazısı okuyabilecek kadar ilerlemedi Osmanlıcam.
         Bu kitabı İzmir Kitap Fuar’ndan almıştım. İyi bir kaynak kitap olacağını düşündüğüm için okumak istedim. Kazım Şakir’in ismine başka yerlerde de rastlıyordum zaten. O yüzden de ilgimi çekti.
         Günlük okumayı seviyorsanız tavsiye edebilirim size. Fakat nedense çoğu insan tarihi kitap okumayı sevmiyor, e bu kitap da Çanakkale Savaşı’ndan bir kesit barındırıyor zaten içinde. Bence her Türkün bilmesi gereken geçmişimize bir ışık da Kazım Şakir tarafından tutulmuş ama siz bilirsiniz tabii. :)
         Kazım Şakir’in hastalandıktan sonra oradan oraya sürüklenmesine çok üzüldüğümü de belirtmeden geçemeyeceğim bu arada.

         İ. Bahtiyar İstekli’nin daha önce de iki çeviri kitabını okumuştum. Onları da okumak isterseniz diye aşağıya link olarak ekliyorum. 
Yakılmamış Mektuplar


20 Eylül 2016 Salı

Beni Sevmek Zorundasın




         Beni Sevmek Zorundasın
         Erdi Karadeniz
         Gece Kitaplığı Yayınları
        
         “Ve şimdi yüreğim, tüm organlarım tarafından, toplumun huzurunu bozan bir asi, ahlaki kuralları hiçe sayan bir serseri gibi dışlanıyordu. Bugün ne yapıyorum ben diyemediğim için, yarın ne yaptım ben demek zorunda kalabilirdim. Ama gel gör ki bugün daha çok ilgimi çekiyordu.”
                                                                                                                                 Korkut
            “Kaderin iyi niyetine geldiğimi düşünüyordum, evet. Fakat şimdi kapısında durduğum odada Zeynep var. Bir üst katta ise Miray… Bu hastanenin koridorunda dikilirken şunu çok iyi anladım. Bu kaderin niyeti bozuk…”
                                                                                                                                 Ümit
            “Ben, Miray’ın olduğumu sandığı kişi değildim. Gördüğüm kadarıyla Korkut’ta benim olduğunu sandığım kişi değilmiş. Hayatn bizi umursamadığının bir kanıtı da bu işte; hayatımızdaki hiç kimse olduğunu sandığımız gibi olmuyor…”
                                                                                                                                 Tunç
            “Yaptığım ve bunun sonucunda yaşamak zorunda kaldığım şey tek kelimeyle berbattı. Ama ölmedim. Ölmedim ve nefes alıyorum. Bunun için ne kadar utansam az. İyi yapmaya çalıştığım, telafi etmek için uğraştığım her şeyi elime yüzüme bulaştırıyorum. Tecrübelerime dayanarak söylüyorum ki hayatta hiçbir şeyin telafisi yoktur. Bir hata yaptıysanız, yapmışsınızdır.”
                                                                                                                                 Zeynep
            “İnsan hatalarının bedelini öder. İnsan hatalarının bedelini muhakkak öder. Bu bir hata mıydı? Emin değilim. Ama bedelini çok ağır ödedim.”
                                                                                                                                 Miray
            (arka kapaktan)

         Erdi benim arkadaşım. Yani hiç yüzyüze görüşmedik ve hatta öyle çok uzun uzun sohbet de etmedik ama yine de kendime yakın hissettiğim insanlardan biri.
         Onunla ne zaman tanıştığımı hatırlamıyorum. Blog vasıtasıyla oldu. ondan eminim ama ben mi onun blogunu keşfettim yoksa o mu benimkini buldu, hiç bilmiyorum. Ama yazdıklarını hep severek okudum, okuyorum. (Hatta bir ara yayınladığı e-dergi için bir iki bir şey de karalamıştım.)
         Kitapları çıktığında da kendiminkiler basılmış gibi sevinmiştim. (Umarım bir gün basılır benimkiler de. ) Sağolsun bana imzalayıp gönderdi. İmza koleksiyonum için güzel iki parça oldular. Pesimisyon’u henüz okumadım.
         Ama Beni Sevmek Zorundasın’ı çok sevdim. O kadar tanıdık, o kadar bildik geldi ki bana sanki olayları birebir yaşadım.

         Diğer kitabını da en kısa zamanda okuyabilmek dileğiyle.

19 Eylül 2016 Pazartesi

Otel Frankfort




         Otel Frankfort
         David Leavitt
         Çeviren: Ziya Celayiroğlu
         Yapı Kredi Yayınları

         Lizbon, 1940. Avrupa’daki büyük savaştan kaçan binlerce göçmen gibi, Amerikalı Pete ve Julia Winters da, Salazar’ın hüküm sürdüğü fakat tarafsızlığını halen koruyan Portekiz’e sığınmıştır. Lizbon limanına uğrayıp onları vatanlarına götürecek gemiyi beklerken günlerini kafelerde vakit öldürerek geçirmektedirler. Bir gün, kendileri gibi Amerikalı bir çiftle, gizemli Edward ve Iris Freleng’le tanışırlar. Bu tanışma, bu dört insanın bütün hayatlarını etkileyecek bir ilişkiyi tetikleyecektir.
            Otel Frankfort, bir sonraki sayfasında ne olacağı kestirilemeyen, son derece parlak bir roman… Romanın sonunda Lizbon’dan soluk soluğa ve baş dönmesiyle ayrılıyoruz… Dokunaklı, büyüleyici ve iddialı…
                                                                                                                                 Observer
            Tuzaklar, sahte adlar, ikizler ve bilmecelerle dolu, dikkatle inşa edilmiş bir roman.
                                                                                                                      Financial Times
            (Arka kapaktan)

         Bu kitabı İstanbul’da Sahaflar Çarşısı’nda gezerken çok cüzi bir miktara almıştım. Dönerken de havalimanında okumaya başlamıştım. Ama ondan sonra o kadar çok süründü ki elimde anlatamam. Yarısına kadar çok yavaş ilerledi bana göre. Halbuki ben savaş zamanlarını, savaşların etkilerini anlatan kitapları okumayı severim. Ama pek anlaşamadık kitabın yarısına kadar.
         Yarısından sonra ise hiç tahmin etmediğim bir yöne doğru kaydı kitap ve birden hareketlendi. İtiraf ediyorum ki bu kadar sıkılacağımı ve şaşıracağımı tahmin etmiyordum.
         Kitabın arka kapağı için yazılan yorumlar kadar müthiş, parlak diyemem ben ama şaşırtıcı olduğunu söyleyebilirim.

         Bu arada kitaptaki betimlemeleri de oldukça beğendiğimi söylemeden geçemeyeceğim.