27 Mayıs 2017 Cumartesi

Valla Kız Değilim

         


         Valla Kız Değilim
         Füsun Önal
         İnkılap Yayınları

         Bu kitabımı, 5 Temmuz 1995’te yitirdiğimiz dünya insanı, büyük yazar, gerçek bir Türk aydını olan, çok sevdiğim ve hep seveceğim Aziz Nesin’in çok değerli anısına adıyorum.
            Füsun Önal
            (Arka kapaktan)

         Eğer Aziz Nesin kitapları okumayı seviyorsanız bu kitabı da seversiniz bence.
         Kitap birkaç hikayeden oluşuyor. Tarzı gerçekten Aziz Nesin’in tarzına benziyor. Anladığım kadar Önal ve Nesin çok yakınlarmış. Benzemesi de normal bu durumda.


25 Mayıs 2017 Perşembe

Türk ve Batı Kültürü Üstüne Denemeler

         


         Türk ve Batı Kültürü Üstüne Denemeler
         Tanrı-İnsan-Mekan Kavramları
         Aydın Kezer
         Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları

         Türk ve batı kültürü üstündeki incelemelerin ikincisini teşkil eden bu küçük kitap, temas edilen kültürlerdeki ideal ayrılıklarının bir bölümünü ihtiva eder. Temelde özdeş olmayan bu iki düşünce sistemi arasındaki fark, öncelikle insan anlayışından kaynaklanır. Bu düşünceler gerek fert, gerek toplum bazında farklı değerlendirmelere yönelirler. İki ayrı anlayıştan birinin temelinde Yusuf Has Hacib’in, diğerinde Nicolo Machiavelli’nin sistemleştirdiği fikirler yatar.
            Evreni maddeden; kendi dışındaki insanı, toplumu sömürü alanından; ister fert, ister toplum bazında olsun, insanlararası ilişkileri çıkardan ihanet sayan, materyalist bir dünya görüşü ile insanı “eşref-i mahlûk”, toplumu “Tanrı vediası”, insanlararası ilişkileri, insan oluşumuzun farklı değerlerine bağlayan bir başka dünya görüşü arasında ayrılıklar, hatta aykırıklar olması tabiidir.
            Bu farklı eğilimler, Tanrı/İnsan/Mekân kavramlarını nasıl oluşturmuştur?
            Türk düşüncesindeki “sorumlu insan” ile batıdaki “sorumsuz insan”; Türk düşüncesindeki soyut, sonsuz güçlü, insan-üstü Tanrı kavramı ile, batının insanlaşan Tanrı’sı veya tanrılaşan insanları ve bütün bunların taşlaşarak, mekana yansıması ve sebepleri, elinizdeki kitapta, tartışma konusudur.
            Bu arada, Türk’ü sanatsızlığa, göçebeliğe, barbarlığa mahkûm eden; hatta yok sayan görüşlerin, çeşitli perspektiflerden ele alınarak, gündem maddelerini oluşturmalarını, olağan karşılamak gerekir. Aslında sebep-sonuç ilişkisi içinde, konuyu başka türlü açıklamak da mümkün değildir.
            (Arka kapaktan)
        
         Bu kitap ile geçenlerde yeni keşfettiğim bir kitapçının kapı önündeki sepetinde karşılaştım. İlgim ve mesleğim gereği Türk kültürü üzerine okuma yapmayı seviyorum.
         Açıkçası kitabı alırken daha geniş konular üzerine denemeler okuyacağımı düşünmüştüm ama kitap sadece Osmanlı’daki mimari ve hatta Topkapı ile ilgili.
         Osmanlı’da camiler daha anıtsal iken saraylar daha küçük ve yalındır. Kitap bu konu etrafında dönüyor ve Batı dünyası ile karşılaştırmasını yapıyor.
         Hatırladım, aydınlandım diyeyim.

         Tavsiye ederim.

14 Mayıs 2017 Pazar

Suni Teneffüs

         


         Suni Teneffüs
         Ricardo Piglia
         İngilizceden Çeviren: Şen Süer Kaya
         Ayrıntı Yayınları

         Suni Teneffüs, Arjantin edebiyatının son yıllardaki en çarpıcı örneklerinden biri ve Ricardo Piglia’nın da Türkçede yayımlanan ilk kitabı. 1981’de, faşist cuntanın binlerce Arjantin yurttaşını “kaybettiği” bir dönemde yayımlanan kitap, kısmen ülke tarihinin baskı, terör ve dehşet dolu en trajik kesitinin bir yansıması. Ancak roman salt devlet terörü üzerine bir kurgudan ibaret değil… Suni Teneffüs bir arayışın romanı; aynı zamandı bir felsefi roman; edebiyat üzerine bir edebiyat eseri; siyasi bir gerilim romanı; artık modası geçmiş bir tarzda, “mektup” tarzında yazılmış bir roman.
            Ödüllü bir roman olarak Suni Teneffüs, baskı ve şiddet dolu acılı tarihi boyunca Arjantin’in hayatına yön vermiş çok çeşitli etkenleri, değişik gizem katmanlarını çözümlemeye çalışarak inceliyor. Romanın anlatıcı konumundaki yazar Renzi, ortadan kaybolan dayısını bulmaya çalışmaktadır. Aile içinde yıllardır kulak verdiği ve hepsi de birbiriyle çelişen hikâyelerden ve yazışmalarından tanır sadece bu adamı. Mektuplarından dayısının, 19. yüzyılda yaşamış Enrique Ossorio üzerine bir araştırma yaptığını öğrenir. Arjantin diktatörü Rosas’ın özel sekreteri olan Ossario, diktatörün baş düşmanına bilgi sızdıran iki taraflı bir casustur. Renzi’nin arayışı ve dayısının çalışmaları üzerine araştırmaları sürerken, edebiyat düşkünü satranç arkadaşıyla yaptığı sohbetlerin de yardımıyla Arjantin’in edebiyatı, tarihi ve Avrupa’yla, demokrasiyle ilişkisi gibi temaları serilmeyerek gelişen dopdolu bir roman buluruz karşımızda. Romanın doruklarında biri, Kafka adında bir Çek entelektüeli ile Hitler adında Avusturyalı bir asker kaçağının Prag’daki bir kahvede karşılaşmasıdır. Bu karşılaşma, romandaki keşif serüveninin asli hedefini gösterir bize: Tarih ile edebiyat arasındaki ilişkidir bu; çünkü edebiyat, tarihin boğucu havasında bir suni teneffüstür.
            “Asla unutamayacağınız bir entelektüel deneyim…” Ariel Dorfman

         Bu kitap yıllardır kitaplığımda bekliyor. Birkaç kez okuma girişimim de oldu hatta ama nedense birkaç sayfadan öteye gidemedim hiç. Bu yıl da #kitaplarkitaplıkbeklemesin etiketiyle kitaplarımı okumaya devam ettiğim için yeniden bir şans vermek istedim kitaba. Nisan başlarında falan başlamış olmalıyım ama daha bugün bitirebildim.
         O kadar çok sıkıldım o kadar çok sıkıldım ki kendimi paraladım resmen kitabı bitirebilmek için. Çok sıkıcı bir kitaptı ve aşırı yavaş akıyordu. Kitaptan genel itibariyle çok sıkıldım ve hiçbir zevk almadım. Sadece son 20 sayfa ilgimi çekti. Orası da ilginç geldi doğrusu. Kafka ile Hitler’in karşılaşmalarından bahsediyor o kısımda da.
         Sondan anlatmaya başladım ama kitapta Renzi isimli bir şahıs var ve sadece etraftan duyduğu dayısını ve onun çalışmalarını araştırmaya başlıyor. Onunla buluşmak için gittiği yerde de dayısının arkadaşıyla hem dayısını bekliyor hem de sohbet ediyorlar. Edebiyat, sanat, felsefe, siyaset üzerine bir sürü konuşuyorlar.
         Kitap mektup tarzında yazıldığı için de okumakta biraz zorlandım ben. Bir de bazı paragraflar sayfalar sürüyordu.
         Dayı… Dayı ile ilgili gerçek kitabın en sonunda. Şimdi söylemeyeyim. Belki okumak isteyen olur. Ama kitap bana Godot’u Beklerken’i anımsattı. :)

         Siz bu kitabı okudunuz mu? Okuduysanız beğendiniz mi?