31 Ağustos 2018 Cuma

Kızıl

 



Kızıl

Stefan Zweig

Çevirmen: Regaip Minareci

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

 

Zweig gençlik dönemi yapıtlarından Kızıl’da öğreni için Viyana’ya giden genç bir tıp öğrencisinin büyük kentin gerçekliğine uyum sağlama ve yetişkinliğe adım atma sürecini anlatır. Kendini birdenbire ailesinden uzakta soğuk bir odada yapayalnız bulan bu “çocuksu” genç adam, zamanla girdiği bunalımın etkisiyle hayallerinden, başlangıçta büyük bir hevesle sarıldığı tıp eğitiminden vazgeçme noktasına gelmiştir. Tam da o günlerde kızıla yakalanan ve yardımına ihtiyaç duyan bir kız çocuğu onu hayata geri çağırır…

(Arka kapaktan)

 

Yalın bir anlatım. Severim böyle metinleri. Ama herkesin ayılıp bayıldığı kadar hayranlığım yok Zweig’e. 


29 Ağustos 2018 Çarşamba

Düşkaçıran

 


Düşkaçıran

Cemil Kavukçu

Can Yayınları

 

Cemil Kavukçu, tam öykü ustasıdır; küçücük bir kıvılcımdan tadına doyulmaz öyküler çıkarır. Düşkaçıran, yazarın yeni öykü kitabı. Kavukçu, bundan önceki kitaplarında doğup büyüdüğü İnegöl’den yola çıkarak taşralı gençlerin öykülerini, aşklarını, umutlarını taşımıştı okura… Meyhaneleri mesken edinmiş denizcileri, yaşadığı kasabaya sıkışıp kalmış genç kızları, çocukları… Düşkaçıran, Kavukçu’nun kitaplarında bir kırılmaya işaret eden yeni, farklı öykülerden oluşuyor. Bu öyküler gerçekle gerçeküstü arasında duruyor, öykücülüğümüze fantastik, gotik tatlar getiriyor. İnanılmazı, tedirgin edici düşleri, tuhaf hayvanları, hayaletleri konu ediniyor. Düşkaçıran Cemil Kavukçu okurları için gerçek bir sürpriz.

(Arka kapaktan)

 

Bu ayki bir diğer güzel öykü kitabı da Düşkaçıran. Kitap üç bölümden oluşuyor ve ilk bölümdeki öyküler ardışık öyküler. Yani kişiler ve olaylar bağlantılı.

Bu arada lisedeyken çok okurdum Cemil Kavukçu’yu. O yıllara gitmek güzeldi. :)

 



Komşular

 


Komşular

Tahsin Yücel

Can Yayınları

 

“Tahsin Yücel’in Komşular adlı bir hikayesi var: 16 sayfalık hikayeyi okurken, yılların alışkanlığıyla, sevdiğim, ilginç bulduğum, usta işi cümlelerin altını çiziyordum. Hikayeyi bitirip baştan sona yeniden bir gözden geçirince şaşırıverdim: 16 sayfanın bütün satırlarının altını çizmişim. Tahsin Yücel, güzel şiirlerin değiştirilemez, sözcüğü yerinden oynatılamaz biçimlerine benzer bir biçim yaratmış.” Fethi NACİ

Tahsin Yücel’i öyküleri, romanları, denemeleri, inceleme ve araştırma yazılarıyla tanıyorsunuz. Komşular adlı kitabında son öykülerini bir araya getirdi. Kitaba adını veren öyküde, apartman komşusu olan bir karı-kocanın kavgasına tanık olan Albay Atmaca’nın, kavgadan nefret etmesine karşın kendini nasıl da bu kavgaya kaptırdığını, hatta taraf olduğunu, kavganın seslerini bekler olduğunu Tahsin Yücel büyük bir ustalıkla işlemiş. Gerek Komşular öyküsü, gerekse öteki dört öykü, Tahsin Yücel’in olgunlaşmış öykücülüğünün nefis örnekleri.

(Arka kapaktan)

 

Her ay başında bu ay öykü kitabı okumayacağım diyorum ama sonra dayanamayıp yine okuyorum. Çünkü İkizler manyaklığı. :D

Neyse ki bu ay okuduklarım (çünkü bir tane daha okudum) güzel öykülerdi.

 


28 Ağustos 2018 Salı

Sonsuzla Sek Sek

 


Sonsuzla Sek Sek

Leyla Karaca Tok

Ferfir Yayınları

 

Sonsuzla Sek Sek, çağdaş dünyanın parçalanmış kişiliklerine zaman zaman nahif göndermelerle zaman zaman imgelerle dokunuyor. Şair, zaman zaman benliğin sırlarını keşfetme yolunda mistik bir dünyanın izlerini sürmekte zaman zaman da kendi içine yaptığı yolculuğun ayak seslerini duyurmakta… Sonsuzla Sek Sek, Leyla Karaca Tok’un ilk şiir kitabı… ODTÜ Felsefe mezunu olan Leyla Karaca Tok, şiirlerini Temrin dergisinde yayınlıyor.

(Arka kapaktan)

 

Yazım hatalarından yıldım. Hata kovalamaktan kitaptan hiç zevk alamadım. :(

Şiir kitaplarım bitmek üzere bir de. :( 3 tane falan kaldı sanırım, üzgünüm.

 


14 Ağustos 2018 Salı

Bojangles'i Beklerken

 


Bojangles’i Beklerken

Olivier Bourdeaut

Çeviren: Gizem Şakar

Kafka Yayınevi Gizem Şakar

 

France Culture-Telerama, Grand Prix RTL-Lire ve France Televisions-Roman gibi üç önemli edebiyat ödülüne sahip olan Bojangles’i Beklerken hayli etkileyici bir roman. Hatta çılgın aşk teması hiç bu kadar neşeli, ama bir o kadar dokunaklı anlatılmamış olabilir…

Oğullarının şaşkın bakışları altında, Nina Simone’un “Mr Bojangles” şarkısını çalıp sürekli dans eden ve bundan asla bıkmayan bir çift. Daima şölen havasında yaşanan uçarı bir aşk. Karısına sınırsız bir sevgiyle bağlı olan bir adam. Evde beslenen devasa bir kuş. Salanun siyah beyaz zemininde dev dama taşları ve bize tüm bunları anlatan bir çocuk… Sadece eğleneceye, havailiğe ve arkadaşlara adanmış bu taşkın hayatın tek orkestra

şefiyse, sağı solu belli olmayan, çılgın bir kadın olan anne. Evlerinde paytak paytak dolaşan koskoca egzotik kuş Matmazel Fuzuli’yi uzak diyarlarda evlat edinip ailelerinin değişmez bir üyesi olarak yuvalarına dahil eden de o… Dizginsiz bir eğlence, hayal ve oyun dünyasının girdabını tüm aile üyeleri için hiç sıkılmadan karıştıran da… Ne var ki bir gün biraz fazla ileri gidiyor. Ve bunun üzerine babayla oğlu, kaçınılmaz olanın önüne geçmek için ellerinden geleni yapmaya girişiyor. Çünkü parti devam etmeli, çünkü her ne pahasına olursa olsun eğlence sürüp gitmeli!

(Arka kapaktan)

 

Bojangles’i Beklerken değişik bir kitap. Sürekli Bojangles eşliğinde dans eden anne ve baba, partiler, çılgın davetler, uçarı hareketler ve evde paytak paytak dolaşan bir telli turna yani Matmazel Fuzuli. Ve bunların hepsi ailenin tek çocuğunun ağzından anlatılıyor.

Histeri, bipolarite, şizofreni… Bunları okumayı çok sevsem de ve kitap üç önemli edebiyat ödülüne sahip olsa da sanırım benim şu an içinde bulunduğum ruh halinden dolayı bana çok ulaşamadı kitap. Sevmedim diyemem, çok sevdim hatta. Ama kitapta yansıtılmak istenen o coşkulu ruh haliyle sürüklenemedim diyelim.

Belki ileride bir gün yeniden okurum.

 


9 Ağustos 2018 Perşembe

Ru

 


Ru

Kim Thuy

Çeviren: Gizem Şakar

Kafka Yayınevi

 

Kim Thuy on yaşında ailesiyle birlikte bir gemiye biner ve evini, doğup büyüdüğü toprakları ardında bırakarak Vietnam’dan ayrılır. Komünist rejimden kaçarken Siyam Körfezi’ni geçerek Malezya’daki mülteci kampına, oradan da Quebec’e ulaşır. Kim bu süreçte Fransızca ve İngilizce öğrenir, sebze toplayıp dikiş dikerek cep harçlığını çıkarır.

Göçmen kimliğini sorgulayarak tamamladığı eğitiminin ardından avukat ve tercüman olarak çalışır. Evlenip anne olunca kendini her fırsatta bir şeyler karalarken yakalar ve Vietnamlı bir göçmenin meçhul bir geleceğe yol alışının hikayesini Nguyen An Tunh adı altında baş döndürücü bir şekilde satırlarına dökerken geçmişin Vietnam’ını da yeniden yaratıp bugüne aktarır.

Governor General’s Edebiyat Ödülü dahil olmak üzere pek çok ödüle layık görülen bu kitabı okurken yoğun sis perdesini kaldırıp pencerenizden süzülerek rüyalarınıza karışan ninninin ezgisini işiteceğinizden emin olabilirsiniz…

“Güneydoğu Asya’dan Quebec’e uzanan eşi benzeri görülmemiş bir sürgün hikayesi.” The New York Times

(Arka kapaktan)

 

Ru, Vietnam edebiyatından bir eser. Daha önce hiç Vietnam edebiyatına ait bir kitap okuduğumu hatırlamıyorum açıkçası. Bu kitaptan da haberim yoktu da bir Youtube videosunda görüp aldım.

Yazarı Kim Thuy, komünist bir rejimden kaçabilmek için on yaşında ailesiyle birlikte Vietnam’dan ayrılmak zorunda kalır. Bir gemide kendisi gibi bir sürü insanla üst üste bir mülteci kampına ulaşır. Yolculuğu ve hayatı boyunca çeşitli işler yaparak hayatta kalmaya çalışırken bir yandan da Fransızca ve İngilizce öğrenir. Bir yandan kendini ve göçmenliğini sorgularken bir yandan da eğitimini tamamlamaya çalışır. Anne olduktan sonra da Vietnam’dan bugüne olan hikayesini yazmaya başlar.

Acı bir hikaye ama ben sevdim yazı dilini.

 


6 Ağustos 2018 Pazartesi

Üzgün Kediler Gazeli

 


Üzgün Kediler Gazeli

Haydar Ergülen

Kırmızı Kedi Yayınları

 

İÇ NEFES

O bir çay istemişti, trenin içinde

Biz tren yolcusuyduk, çölün içinde

Ben yalnız kalmıştım, senin içinde

Oysa kaç kişinin yerine sevmiştim seni!

 

Aşkı geçtik, gözlerini açabilirsin

 

O bir dile sığınmıştı, sözü içinde

Yolu yoluma çıkmıştı, çölü içinde

Ben eski kalmıştım, senin içinde

Oysa kaç çocuğun yerine övmüştüm seni!

 

Düşü geçtik, kendine bakabilirsin

 

O bir bende kırılmıştı, hayli içimde

Issız otağ kurulmuştu, canım içinde

Ben kime kalmıştım, senin içinde

Oysa kaç bahçe yerine açmıştım seni!

 

Kimi geçtik, kimseye sorabilirsin

(Arka Kapaktan)

 

 

Biraz şiirin iyi gelmediği hiçbir şey yok bu dünyada. Bu kitabın her bir şiirini çok seviyorum.


31 Temmuz 2018 Salı

Yüzleşi


Yüzleşi

Mehmed Arif

Ferfir Yayınları

 

Hani çobanıydım

Simsiyah saçlarının

Hani umursamazdık ya

Ellerimizden kayarken hayat

Bana mısın demezdik

Papatya tarlalarını yalayan rüzgara inat

Bir anlık hevesti kursağımızda zaman

Kırlaşan saçlarımız kaldı geriye bizden

Bir de kırışık çehremiz

Geçerken serden güzelliğimiz

Neler kaçırmışız meğer habersiz

(Arka kapaktan)

 

Güzel bir kitap Yüzleşi. 

 

30 Temmuz 2018 Pazartesi

Saygılı Yosma

 


Saygılı Yosma

Jean Paul Sartre

Selahattin Demirkan

Artun Tiyatro Yayınları

 

Beyazların zencilere zulmetmediği bir dünya hayal ediyorum.

 


29 Temmuz 2018 Pazar

Kabuk

 


Kabuk

Zeynep Kaçar

Sel Yayıncılık

 

Bir ailenin tarihini, deliliğini, derinliğini, karanlığını, neşesini, acayipliğini kumaşlar ve yiyeceklerle çevrelenen üç kadının gözünden anlatıyor Zeynep Kaçar Kabuk’ta. Kendini gerçekleştirme çabası içindeki üç kuşağın hayatın gelip dayattıkları karşısında başkalaşması, kabuk değiştirmesi, kabuğuna sığamadıkça çaresizleşmesi, çaresizleştikçe gerçeklikten uzaklaşması sarmalını incelikle örüyor. Her bir birey için savaş alanına dönüşen ailenin aynı zamanda bütün yaraları iyileştirmedeki mucizevi mahirliğini de sakınmasızca ele alıyor.

Tutmaya çalıştıkça ellerinden kayan hayatlarının peşinde çözümü delirmekte bulanların hem kanatan, hem sağaltan ama hep güç veren hikayesi…

“Bense sürekli değişmek, savaşmak, kendimle dalaşıp uğraşıp hep bir mantıklı yol bulmak zorundayım. Olağan güzel, olağan iyi, olağan makul değilim çünkü. Neyim varsa olağandan epey uzak. Sürekli kendimi akla yola uydurma çabası.”

(Arka kapaktan)

 

Zeynep Kaçar’ın hep tiyatrocu kimliğiyle biliyordum ama yazar kimliğinden hiç haberdar değildi açıkçası. Kitabı elime alınca öğrendim bu bilgiyi. 😊

Kabuk, geçen yıldan beri merak ettiğim bir kitaptı ama bu aya gelinceye kadar okumamak için çok savaş verdim kendimle. 😊

Kitabın başlarında birçok arkadaşım gibi ben de kim kimdir bocalamasını yaşadım. Birazcık kişiler yerine oturmaya başladıktan sonra aklım hep Efsun’daydı. Bir tek onunla ilgili taşlar yerine oturmuyordu. Aslında bir tahminim vardı ama sabırlı davranıp okumak istedim. Ama kitabın tümü boyunca onun peşindeydim.

Kitaba başlamadan önce uzun uzun kapak resmini incelemiştim. Matruşka, hep kadının içindeki katmanlarla ilişkilendirdiğim bir figür olmuştur zaten hayatım boyunca. Bence kitaba daha çok uyan bir kapak yazısı daha olamazdı.

Üç nesilden üç kadının hayat hikayesi çok tandıktı bana göre. İçinde olduğumuz, belki de birçoğumuzun yaşadığı o delilik halini çok iyi anlatıyordu bu üç kadın.

Okurken hep Sabiha olmak nasıl olur, ya Sezin, peki ya Füsun olsaydım diye okudum ben. Çok fazla içselleştirdiğim ve etkilendiğim bir kitap oldu. Ve evet Efsun konusundaki tahminim doğru çıktı ama hikayesine üzüldüm. Vazgeçtiğine üzüldüm en çok da.

 


26 Temmuz 2018 Perşembe

Başbakan'ın Krallığı


Başbakan’ın Krallığı

Süreyyya Evren

Alakarga Yayınları

 

Sürayyya Evren’in ele avuca sığmaz novellası Başbakan’ın Krallığı, bir grup genç yazarın başından geçen hiciv dolu bir hikayeyi anlatıyor. Öyküyü Cem, yeni bir kitabı için bir türlü yayıncı bulamamaktadır. Yazar arkadaşları, bu sorunu aşmak için bir araya gelir ve bir plan yaparlar. Planlarına göre, kitabı yayınlatmak için başvuracakları en garanti yetke, başbakanın bizzat kendisidir. Bu noktadan sonra tam bir kara komedi başlar. Öykü kitabının yayımı için başbakan, genç yazarlardan akla hayale sığmaz bir istekte bulunur.

Süreyyya Evren, politik ince alayla dolu bu kısa romanında, zamanımızın politikacısına, aydınına, gazetecisine hiciv oklarını yöneltiyor. Okumaya doyamayacağınız, kısalığına hayıflanacağınız bir kitap…

(Arka kapaktan)

 

 

Yine her kitabı aynı anda okumak isteyip ama bir yandan da hiçbirini bitiremediğim saçma bir dönemin içindeyim. Hem okumak isteyip hem de okuyamıyorum. İşte o arada bu kitabı bitirdim neyseki. Son bitirdiğim de bu oldu ama sanırım bu ay başka kitap bitmeyecek. (Ve aslında odaklandığım başka bir şey var, kafam ondan dağılıyor aslında.) Neyse…

Kitaba gelecek olursak, yazdığı öykü kitabına bir türlü yayıncı bulamayan Cem, arkadaşlarıyla konuşurken Başbakan’a ulaşmaya karar veriyor. Ona ulaşabilmek için türlü planlar yapıyorlar birlikte. Ulaştıktan sonra da olaylar katlanarak ilerliyor.

Bence o krallığın bugünkü krallıkla hiçbir farkı yok ne yazık ki.

Güzel ve akıcı bir kitaptı. Severek okudum. 

 

Öpücük

 

Öpücük

Lana Citron

Çeviren: Nefise Kahraman

Alakarga Yayınları

 

Öpücüğün serüveni hepimizi çeşitli yollarla içine dahil etmiştir. Hayatımızı güzelleştiren veya cehenneme çeviren bu küçücük dokunuşun nerelere kadar sızdığını tahmin edebilir misiniz? Dudaklarla başlayan bu ilginç eylemin tarihine götürüyor Lana Citron sizi. İlginç öpücük hikayeleriyle dolu bir dizi gerçeği ve rakamı bir arada barındıran bu kitap, öpücüğün etimolojisinden anatomisine, kültürler arasındaki çeşitliliğinden, sinema, edebiyat ve müzikteki yerine kadar geniş bir alanı kapsıyor. Öpücüğü odak alarak ilerleyen metin onun üzerinden tarihe de ayna tutuyor. Akıcı dili ve sade anlatımıyla öpücüğe dair keyifli bir okuma sunuyor. Öpücüğün sesi, şaşırtacak, gülümsetecek ve öğretecek…

(Arka kapaktan)

 

Açıkçası bu kitabı bir roman sanıyordum ama meğer bir inceleme kitabıymış. Neyi inceliyor derseniz öpücük ve öpücüğün tarihini inceliyor. :) Benim arka kapak okuyarak kitap alma huyum pek olmadığı için Alakarga Yayınları’ndan kitap alırken öylesine atmıştım sepete. Kitabı okumaya başladığımda da baştan sona doğru gidip en son arka kapağı okuduğumdan (yayınevi-künye sayfa falan, kitabın kendisi, arka kapak :D ) (n’apalım ben de böyle bir psikopatım) çok sonra farkına vardım kitabın ama bence eğlenceli bir kitaptı. İçinde ilginç bilgiler de var. Şu an İzmir’de gökyüzü gümbürdüyor da olsa ben okurken hava çok sıcaktı ve o sıcaklarda ben çok eğlenerek okudum bu kitabı.

Bir İmparatorluğun Yağması - Balkan Bozgunu ve I. Dünya Harbi


Bir İmparatorluğun Yağması – Balkan Bozgunu ve I. Dünya Harbi

İlhan Bardakçı


Bu kitap; acı, buruk ve sahifeler çevrildikçe okuyucuyu adeta hafakanların bastığı, ısırıcı bir serencamı dile getirir. Bütün gücünü yitiren, milli birliğini yabancı devletlerin insaf bilmeyen iştahlarına terkeden son Türk imparatorluğunun, nasıl yağma edilip parçalandığı anlatılır.

Bu kitapta, şahsiyetini kaybetmiş bir devletin yabancılara nasıl av olduğunu anlatmak istedim. İnanıyorum ki, Balkan ve daha sonra Birinci Dünya Savaşı sırasında Rumeli’de, Sarıkamış’ta, Galiçya’da ve Sina çöllerinin kumlarında harcadığımız yüzbinlerce Mehmedimizin bu yazıların yansıttığı olaylardan ders alınmasını istemelerinde mutlaka hakları vardır.

(Arka kapaktan)

 

Bir imparatorluğun hem Balkan Savaşı’nda hem de I. Dünya Savaşı’nda nasıl yağma edildiğini anlatıyor bu kitap. Daha çok iç ve dış medyada yayınlanmış haberler, tüm bu zamanlarda büyük rol oynamış kişilerin yazışmaları ve hatıratları üzerinden ilerliyor.

Bu kitap ile ilgili tek söyleyebileceğim şey; o gün de bugün de değişmeyen tek şeyin ülkenin, askerlerin hep ülke ileri gelenlerinin elinde oyuncak olduğu ve sırf kendi çıkarları için alınıp satıldığı. Maalesef tarih tekerrür ediyor hep. 

 

18 Temmuz 2018 Çarşamba

Cyrano de Bergerac


Cyrano de Bergerac

İnstagram’a “18 miydim yoksa 19 mu bu kitabı ilk okuduğumda? Aslında her bir cümlesini hatırlıyorum hala ama geçen gece birden aklıma düştü işte. Yeniden okumak istedim. Bitirdikten sonra da yine Rüştü Asyalı’nın sesinden dinleyeceğim. Tıpkı o yaşımda yaptığım gibi.” yazmışım bu kitap için. Daha önce de paylaşmıştım yani bu kitabı burada. 

Çok sevdiğim bir eserdir. Çok fazla etkilendiğimi.

Cyrano de Bergerac, biraz delilikleri ve biraz da cesaretiyle meşhur bir adamdır. Savaşmaya can atar. Ama bir kusuru vardır: büyük burnu. Biri ona burnu ile ilgili en küçük bir imada bile bulunsa hemen kavgaya tutuşur. :)

Bir de aşık olduğu kız vardır; tabii o da başkasına aşık. Oğlan, Bergerac’dan kızı tavlamak için yardım istediğinde Bergerac içinde taşıdığı aşkın da büyüklüğüyle ona ne mektuplar döşer. Kız etkilenir tabii. Ama oğlanla yan yana geldiğinde mektuplardaki ateşli aşktan eser göremez ve hep kafası karışır. :)

Gerçek açığa çıkar tabii kitabın sonunda ama yine trajikomik. :)

Ben bu kitapta Cyrano de Bergerac’ın kendisini sevdiğim için bu kadar çok etkileniyorum, biliyorum. Yoksa bu tip hikayeler o dönemin klasik hikayelerinden. Başka yazarların kitaplarında da benzer hikayeler var ama ah Bergerac. Okumanız lazım bu şahsına münhasır adamı. :)

 

 

12 Temmuz 2018 Perşembe

Zacharius Usta


Zacharius Usta

Zacharius Usta olağanüstü ince bir işçilikle ürettiği kusursuz saatlerle Cenevre şehrinin gururudur. Ünü İsviçre sınırlarını aşıp Fransa ve Almanya’ya kadar uzanmıştır. Saatçiliğin ilerleyen bilime ayak uydurmasıyla, Zacharius Usta da “saat maşası”nı icat eder. Bu icadının ardından kibir başını döndürür. Öyle ya, Tanrı sonsuzluğu yarattıysa, kendisi de zamanı yaratmıştır. Ancak günün birinde imal edip sattığı bütün saatlerin ortada görünür bir sebep olmaksızın birden durmasıyla, öfkeli müşteriler evinin kapısını aşındırmaya başlar. Bilimle manevi değerler arasındaki çatışma Jules Verne’nin 1854 yılında yayımladığı bu fantastik öykünün ana temasıdır. Kibrine yenilip ölümsüzlüğün peşine düşen ve ruhunu kaybeden Zacharius Usta için çöküş kaçınılmazdır.  

(Arka kapaktan)

 

Saat maşasını icat eden Zacharius Usta’nın bir süre sonra kibirden başı döner çünkü Tanrı sonsuzluğu yaratmışsa o da zamanı yaratmıştır.

Saati herkes kullanmasına rağmen bir gün ustanın saatleri tek tek durmaya başlayınca maneviyat ve bilim çatışmaya başlar. Kibirle inat kavga eder.

Çocukken Jules Verne’nin birçok kitabını okumuştum ama bu kitabını okumamıştım. Modern Klasikler Dizisi’ne ben de bulaştığıma göre benim elimde de bu kitaplardan sık sık görebilirsiniz demektir bu. :)

 

 

8 Temmuz 2018 Pazar

Kerim Usta'nın Oğlu



Kerim Usta’nın Oğlu

Kerim Usta’nın Oğlu, Türk edebiyatının ustalarından Halide Edip Adıvar’ın son romanlarından biri. İşgal ve Kurtuluş Savaşı yıllarının sosyal hayatına odaklanan, yazarın hemen hemen bütün eserlerinde ortaya koyduğu Doğu-Batı çelişkisini gözlemleyen bir eser. Romanın anlatıcısı meşhur doktor Kasım Derman, zor bir hayat yaşamış ve bir gün yaşadıklarını yazmaya karar vermiştir. Doktor Kasım, muhallebici Kerim Usta’nın oğludur. Kurtuluş Savaşı başlarken çetecilere katılan Kerim Usta, dükkanını bir arkadaşına teslim eder ve karısıyla çocuğunu başka bir kimlikle İstanbul’a gönderir. Ama Kasım bir daha babasını göremeyecektir. Kerim Usta, onlardan ayrıldıktan bir ay sonra şehit düşmüştür. Babasının vasiyeti üzerine, insanların dertlerine “derman”- babasının ona verdiği soyadıdır bu- olmak için çok çalışır, eğitimini Amerika’da tamamlar ve yurduna dönerek başarılı bir doktor olur. İstanbul yaşamı, savaşın perde arkası, eğitim hayatı, meslek edinme telaşı… Halide Edib, o yıllara ait kısa ama capcanlı bir Türkiye manzarası çizmiş.

(Arka kapaktan)

 

Başka kitaplar okurken birden aklına esip yeni kitaba başlayanlar burada mı? :)

Kitabın konusu şöyle: Kurtuluş Savaşı sırasında çetecilere katılan Muhallebici Kerim Usta’nın oğlu Kasım Derman hayatını yazmaya karar verir. Babasının, annesi ve Kasım’ı Eskişehir’den İstanbul’a gönderişi, başlarına bir şey gelmesin diye oğluna Derman soyadını vermesi, Kasım Derman’ın çocukluğundan itibaren yaşadığı zorluklar ve çok ünlü bir doktor oluşu kendi ağzından anlatılıyor kitapta.

Sayfa sayısı az olmasına rağmen doğu-batı çelişkisinin iyi gözlemlenerek yansıtıldığını düşünüyorum. Dili bana göre akıcıydı. Hatta eski kelimelerin Türkçe halleri sayfa altlarına da verilmiş ama benim için çok gerek olmadı. Böyle eski kelimelerden korkup da bu tip kitaplardan uzak duranlar için iyi bir başlangıç olabilir bence bu kitap. 


21 Haziran 2018 Perşembe

Mahrem


         


         Mahrem
         Elif Şafak
         Metis Yayınları
        
         Görmeye ve görülmeye dair bir roman...
         Gözbebeği: İnsanlarda yuvarlak, hayvanların çoğunda ise dikine elips biçiminde olan gözbebeğinin çapı, irise gelen ışığın miktarına göre değişir. Karanlık ve uzaklık büyütür gözbebeğini; aydınlık ve yakınlık küçültür. Yani bu kararsız çember, ışık varsa küçülür, ışık yoksa büyür. Yakına bakarken de küçüldüğüne göre, yakın olan aydınlıktır, aydınlıktadır. Uzağın payına karanlık düşer. Zaten karanlığı kimse yakınında görmek istemez.
         Aşık olunca da büyür gözbebeği; demek ki aşık olunan hep uzaktadır. Aradaki mesafenin verdiği acıyı azaltmak için, maşuka “gözbebeğim!” diye hitap edilir.
         (Arka kapaktan...)

         Bu kitaba yıllar önce birkaç kez başlayıp devam edemeyip bırakmıştım. O minübüste iki kişilik yer parası ödeyip sonra yanına biri oturunca içinden bıdı bıdı konuşan şişman kadın beni benden almıştı. O yüzden okumayı bıraktım. Ama yarım bıraktığım için de sürekli aklımın bir yerlerinde duruyordu kitap. 
Aslında Elif Şafak okumayı sevmem. Lisede Baba ve Piç'i okumuştum ve sanırım hala tek sevdiğim kitabı da o. Bu kitap ise başka bir kitabıyla birlikte Aşk'ın çıktığı zaman geçmişti elime. Millet nasıl kırılıyor Aşk'ı okumaktan, birden Türkiye'nin yarısı Elif Şafak hayranı olmuştu hatta. Liseden bu yana bir sürü kitabını okudum Şafak'ın ve anladım ki gerçekten bana hitap etmiyor. Bir kere tasavvuf, mitoloji, din konularını sürekli işlemeye çalışmasını çok yapmacık buluyorum. Kendisi gibi birkaç yazar daha var. Baktılar satıyor kitaplar, her yazdıklarına biraz serpiştiriyorlar. Ama ol-mu-yor. Olmuyor işte. Harmanını mı güzel yapamıyorsunuz artık bilemiyorum ama homojen olmuyor hiçbiri. 
Görmeye ve görülmeye dair bir roman diye yazılmış arka kapağa. İki farklı olay örgüsü var kitapta. İkisi de görmeyle alakalı. Ama sinir olduğum şey o iki olayın birbiriyle alakasızlığı. Sonunda birbirine bağlayacak herhalde diyorum ama yok. YOK. 
Sevmedim yine. Ama kitap imzalı. İmza koleksiyonuma bir nefer işte. 😊

15 Haziran 2018 Cuma

Olivya Çıkmazı


         


         Olivya Çıkmazı
         Nazlı Karabıyıkoğlu
         Alakarga Yayınları
        
         Bir öykünün giriş cümlesi olabilmeyi istedi. Öykü bittiğinde okuyucunun dönüp tekrar okuduğu, belki çantasından çıkardığı defterine not ettiği o cümle...
         Genç kuşak öykücülüğümüzün dikkat çekici isimlerinden Nazlı Karabıyıkoğlu, yeni kitabı Olivya Çıkmaz ile Alakarga’da... Bu kitaptaki öyküler, insanımızın iç dünyasını bir kuyumcu titizliği ile inceliyor. Kentin sokaklarında, mağazalarda, kitabevlerinde, parklarda, ışıklı caddelerde her gün gördüğümüz rengarek kalabalık, bütün o renkleri oluşturan bireylere tek tek eğilmedikçe ne ifade eder? Gürültü deyip geçtiğimiz toplamın içinde birbirinden farklı, ilginç sesler yok mudur? Karabıyıkoğlu işte o benzersiz seslerin öykülerini arayıp buluyor. Severek okuyacaksınız.
         (Arka kapaktan...)

         Severek okumadım ama. Her ay öykü kitabı okuyup hüsrana uğradıktan sonra bir süre okumayacağım diyorum ama öbür ay dayanamayıp yine okuyorum ve sonuç hüsran. Yani çok mu kötüydü bu kitap? Değildi tabii ki. Ama benim istediğim kadar iyi ve vurucu değildi. O yüzden bu kez hakikaten bir süre öykü kitabı okumamaya karar verdim.
         Ama sıkmayacak, boğmayacak, kolayca okunabilecek öykü kitabı arıyorsanız siz bakabilirsiniz.

11 Haziran 2018 Pazartesi

Top Oynayan Kedi Mağazası


         


         Top Oynayan Kedi Mağazası
         H. de Balzac
         Çeviren: Necdet Bingöl
         Dünya Klasikleri
         Milli Eğitim Basımevi
        
         Görsel de görüldüğü üzere elimde iki adet var bu kitaptan. Ben üstteki eski basımını okudum ve dikkat ederseniz onun ismi Top Oynıyan Kedi Mağazası. Böyle eski basımları okumayı çok seviyorum. Bu kitabın basım yılı 1948 ve önsözünü İsmet İnönü yazmış. Diğer kitabın ise basım yılı 1998. Çevirmenleri aynı: Necdet Bingöl. Yani sadece iyileştirme yapılıp yeniden basıma sunulmuş bu kitap.
         O zamanın şartlarına göre başlıktaki o kullanım yanlış değil. Dil devinen ve gelişen bir varlık olduğundan daha sonraki yıllarda yazım kuralları değiştiğinde günümüzdeki kullanımını almış sadece.
         Kitabın konusuna gelecek olursak; Top Oynayan Kedi Mağazası dışarıdan bakıldığında ne sattığı belli olmayan ama içeri girince kumaş sattıklarını anladığınız bir mağaza. Tabelasındaki top ile oynayan kedi resminden dolayı bu adı almış. Mağanın sahibi ve bu adamın karısı sadece para ve ticaret üzerine konuşan, tek faaliyetleri kiliseye gitmek olan insanlardır. İki kızlarını da bu şekilde yetiştirmişlerdir. Bir gün dönemin önemli ressamlarından birinin evlerinin ve küçük kızlarının resimlerini yapmasıyla hayatları değişir.
         Kitapta öncelikle “davul bile dengi dengine çalar” mesajı sezilse de alt metinde kendini geliştiremeyen insan yalnız kalmaya ve yıkıma mahkumdur mesajı var.

9 Haziran 2018 Cumartesi

Thomas Düşerken


         


         Thomas Düşerken
         Altay Öktem
         Can Yayınları

         Düşüşüne önceden karar vermişti demek istiyorum. Bilerek kendini uçurumdan aşağı bıraktı. Derinliğin dördüncü boyutunun da fotoğrafını çekmiş, sanat hayatının zirvesine ulaşmıştı. Geriye beşinci boyut kalıyordu. Beşinci boyutun çekilmesi için bizim bir araya gelmemiz gerekiyordu. Uçurumdan yuvarlanması, sana ve bana, ayrı ayrı yazılmış birer mektuptu aslında.
         Bütün dünyanın sapkın olarak tanıdığı, kollarını kullanamadığı için ayaklarıyla fotoğraf çeken ve küçük yaşta konuşma yetisini kaybetmiş olan dahi fotoğrafçı Thomas Dumas, İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla Polonya’dan kaçmak zorunda kalan bir ailenin çocuğudur. İspanyol bir modelin fotoğraflarını çekerken uçurumdan yuvarlanır... Bu ölümün ardından yolları kesişen model Maria ve Thomas Dumas’ın biyografisini yazmakta olan sanat tarihi profesörü Anders, ünlü fotoğrafçının ölümünün sırrının peşine düşerler.
         Paris’ten Münih’e, oradan da İstanbul’a uzanan nefes kesici bir maceraya tanık oluyoruz.
         (Arka kapaktan...)
        
         Altay Öktem’in kalemi sürprizlerle dolu. Daha önce kendisinden O Adam Babamdı isimli kitabını okumuştum ve resmen büyülenmiştim. O yüzden bu kitabı okumayı çok istiyordum.
         KitapThomas Dumas’ın model Maria’nın fotoğrafını çekerken uçurumdan düşmesiyle başlıyor. Sonrasında ise arkadaşı ve aynı zamanda sanat tarihçisi olan Anders’de onun biyografisini yazmak için çalışmalara başlıyor.
         Kitap incecik bir şey ama bence yine çok katmanlı. Tıpkı O Adam Babamdı da olduğu gibi. Paris, Münih sonradan da İstanbul’a kadar uzanıyor. İstanbul kısmı çok ilginç.
         Dediğim gibi Altay Öktem’in kalemi sürprizli. Aslında sen farklı bir kitap okuyacağını düşünüyorsun ama bambaşka bir şey okuyorsun.
         Beni şaşırtan yazarları seviyorum. Diğer kitaplarını da okuyacağım yazarın.

7 Haziran 2018 Perşembe

Kahramanlar


         


         Kahramanlar
         Yaşar Nabi Nayır
         Varlık Yayınları

         Cumhuriyet dönemi kültür, edebiyat ve sanatımıza yayıncılığıyla büyük katkılarda bulunan Yaşar Nabi Nayır, şiir, öykü, roman, tiyatro oyunları ve denemeleriyle, şair-yazar kimliğini de kanıtlamıştır.
         Nayır’ın “Kahramanlar”(1929) ve “Onar Mısra”(1932) adlarını taşıyan şiir kitapları, 1970 yılında “Mesafeler” bölümünü de eklenerek, tek bir ciltte toplanmıştı.
         Şiirlerinde bireyselden evrensele uzanan bir çizgide aşkın izini süren Nayır’ın Kahramanlar adlı bu kitabının yeni basımını sunuyoruz şiirseverlere.
         (Arka kapaktan...)

         Yaşar Nabi Nayır, kitabın önsözünde şiirlerini pek beğenmediğinden bahsetmiş. Ne yalan söyleyeyim ben de pek beğenmedim. Sadece Onar Mısra kısmına biraz ısınabildim.

        

5 Haziran 2018 Salı

İhbar


         


         İhbar
         Erdi Karadeniz
         Tosbağa Kitap
        
         İnsan doğası gereği kötü!
         İnsanın dokunduğu her yer kötü.
         Peki, tüm bu kötülüğü yok etmek, iyiliği ve adaleti sağlamak mümkün mü? Genel olarak kabul görmüş ve iyi olduğu varsayılan mesleklerin, aslında kayıtsız şartsız iyi meslekler olamayacağının altını çizen roman, önemli olan faktörün sadece insan olduğunu anlatıyor. İyi olan ya da kötü olan sadece insandır. Eylemin durumunu insanın tutumu belirliyor genel olarak. Ve kötülüğü yok edebilmek için yapılan her kötülük, yok ettiği kötülüğün yanı sıra iyiliği de yok edebiliyor.
         Bu berbat bir paradokstur!
         İyi olmaya çalışmak bile beraberinde kötülük getiriyor.
         (Arka kapaktan...)

         Bu blogda Erdi’nin diğe kitaplarından da bahsetmiştim. Ama bu kez biraz farklı çünkü bu kez kendi yayınevinden çıktı kitabı. Evet, Tosbağa Kitap’tan.
         Daha önceki kitaplarını da çok sevmiştim ama bu kitap bir başka. Erdi’nin kalemini daha da geliştirdiğini gördüm en başta. Bir de bu bir cinayet ihbarı gerçekten! O yüzden ne söylesem spoiler olacak bu kitap için.
         Lütfen okuyun!


4 Haziran 2018 Pazartesi

Kazı Başkanının Karavanası


         


         Kazı Başkanının Karavanası
         Arkeolojinin Delikanlısından Yemek Tarifleri
         Muhibbe Darga
         Can Yayınları

         “Arkeolojinin Delikanlısı” Muhibbe Darga’dan fevkalade bir “güveç”...
         Bu kitapta yer alan yemek tarifleri kolay elde edilmemiş. Darga’nın bir ömür, kelimenin tam anlamıyla “kazı yaparak” elde ettiği, denediği, ailesine ve dostlarına ikram ettiği, her birine kendi kişiliğinden bir şeyler kattığı yemekler bunlar...
         Kırkmerak dizimizin dokuzuncu kitabı Kazı Başkanının Karavanası, bu diziye ülkemizden bir katkı. Bu çalışma, bir yanıyla özel bir mutfak. Bir yanıyla da bir kültür tarihi. Muhibbe Darga, çalıştığı, başkanlık ettiği pek çok önemli kazıda öğrenci ve işçilerine kendi elleriyle yemekler yapmış. Yakın köylerden tarifler toplamış, bunlara bildiklerini eklemiş. Kitap, yemek tariflerinin yanında bu büyük bilim kadınımızın anılarını da içeriyor. İlk kez yayımlanan “kap kacak” fotoğrafları eşliğinde. Afiyet olsun.
         (Arka kapaktan...)

         Muhibbe Darga’nın daha önce de kitabını okumuştum. Arkeolojinin Delikanlısı isimli söyleşi kitabıydı adı. Yine bu blogda bulabilirsiniz yazısını.
         O kadar mükemmel bir insan ki Muhibbe Darga ve kendini bilime adamış, Anadolu için o kadar çok emek harcamış ki...
         Ama bu kitapta kazılarda karavana için hazırladığı yemeklerin tariflerini vermiş, tabii ki güzel anılarla birlikte. :) Çok güzel tarifler var içinde. Bazılarını ben de denemek istiyorum.
         Bu arada Can Yayınları’nın bu Kırkmerak serisinden Kafka’nın Çorbası isimli bir kitap okumuştum yıllar önce ve onu da çok sevmiştim. Muhibbe Darga’nın bu kitabıyla seriyi yeniden hatırladım ve bu seriyi tamamlamak istiyorum. Güzel kitaplar var çünkü içinde.