Albert Camus
Çeviren:
Necmettin Arıkan
Elimdeki
Yabancı 1967 basımlı ve yukarıda gördüğünüz mavi ciltli bir Yabancı.
Konusu çok basittir.
Öyküdeki her şey çok kısa bir zaman aralığında olup biter. Cezayir’de, bir rastlantı
sonucu, bir Arap’ı öldüren orta sınıftan bir Fransız, Mersault, kendisini adım
adım ölüme götüren süreci kayıtsız biçimde izler. Diğer kişilerin adı anılsa
da, roman kahramanının adını bile öğrenemeyiz (burada Kafka etkisinden söz
edilebilir). Camus’un yabancısının yabancılaşmasını kendi ağzından şöyle
aktarabiliriz; ‘yani bu işin benim dışımda görülüyor gibi bir hali vardı. Her
şey, ben karıştırılmaksızın olup bitiyordu, kaderim bana sorulmadan tayin
olunuyordu (…). İyi düşününce söylenecek bir şeyim olmadığını anlamaktaydım.
Kendi kendimi seyrediyormuş gibi bir hisse kapıldım.’ Kitapta, Mersault’un
topluma, kendine, ölümü bile kabul edebilecek bir hayata, kısacası tüm varoluşa
yabancılaşması yalın bir dille anlatılır.
Romanın
Savunduğu Tez ve Ana Fikir
Kişi yaşadığı dünyaya ve
eylemlerine yabancılaşmıştır. Bu ‘yabancı’laşmanın, Camus için Marksist bir
yabancılaşma öğretisi ile bir ilişkisi olmadığını vurgulamak gerekiyor. Buradaki
yabancılaşma Camus’un ünlü ‘absürd’ (saçma) felsefi kategorisinden çıkar. Yine
kahramanına söylettiği ‘herkes bilir ki, hayat yaşamak zahmetine değmeyen bir
şeydir, aslında 30 ya da 70 yaşında ölmenin önemli olmadığını bilmez değildim,
çünkü her iki halde de gayet tabii olarak başka erkekler ve kadınlar yine
yaşayacaklar ve bu binlerce yıl devam edecektir (…). İnsan madem ki ölecektir,
bunun nasıl ve ne zaman olacağının önemi yoktur.’ Sözleri çağdaş nihilizmin
‘saçma’ kavramı altında irdelenmesidir.
Bu saçma (absürd) kavramı
o dönem varoluşçularının birinci derecede önemli bir tezi. Daha sonra Sartre,
Marksizm’le Varoluşçuluğu buluşturma çabasıyla ‘saçma’yı daha anlamlı bir
biçimde, eylemsel zorunluluğun altını çizmek adına kullanmaya çalıştı. Ama
Camus’nün saçması daima metafizik öğeler taşıdı ve nihilizmin yerine ahlaki bir
eylemlilikten söz etti.
Özetle söylenmesi
gerekirse, dünya boş ve manasız, her şey, insan, hayat, toplum saçmadır.
Evrensel bir saçmalıktır bu. Bunu düşünmek çok yorucu, hayattan bezdiricidir.
Yaşamın tekdüzeliği altında, makineleşmiş bir dünyada makineleşmiş insan ölümü
bile rahatlıkla kabul eder. Hayat yaşamaya değmez. Yabancı’yı okurken, bütün
olağan dışılığına rağmen öykünün doğallığı, kahramanın ölümü kabullenişindeki
doğallık bizi rahatsız eder, dünyanın saçmalığı vurgusunu kuvvetlendirir.
Mersault’un yaşama sıkıntısına paralel bir sıkıntı okuyucuda da uyanır. Bütün
kişilerin yaşamları ve eylemleri de boş ve anlamsız gelir size.
Romancının kahramanı ile
paylaştığı şey, bilhassa duyu organlarından aldığı zevktir. ‘Onun zihnini
baştanbaşa işgal eden şey tabiat ile denizin oynaşmasıdır. İnsan oynaşmanın
tadını Kuzey Afrika’da, plajlarda benzerlerinin yanık vücutları arasında
çıkarır ve hiçbir şey yüzmenin cilvelerinden çıkan zevkin derecesinden daha
iyisini veremez. Denize dalmak, tabiatla düğün dernek etmektir. Suya girme,
soğuk ve donuk bir aldatıcılığın yükselişi duygusuna kapılmadır. Sonra
kulakların uğultusu ile dalış, akan burun ve açıkağız-yüzme, suyun parlattığı
kolların, güneşte yaldızlanması için denizden çıkışı ve bütün adalelerin bir
bükülmesiyle düşüşü, vücudumun üzerinde suyun akışı, bacaklarımla bu su
dalgacıklarını yakalayış…’ ifadelerinde olduğu gibi.
Wikipedia’dan
alıntıdır.
ben de beğenmiştim bu kitabı, elinize sağlık
YanıtlaSilTeşekkür ederim.
YanıtlaSil