31 Mayıs 2018 Perşembe

Işığın Gölgesi


         


         Işığın Gölgesi
         Erhan Bener
         Remzi Kitabevi
        
         Cemil Eren, tuvallerine imzasını atmasa da, yapıtlarına damgasını vurmuş olan o üstün yetenekli sanatçılardan biridir. Bir tablosuna bakar bakmaz, “Bu bir Cemil Eren tablosudur.” denir. Bunun için bir eksper, bir sanat eleştirmeni olmak gerekmez. O, beyazın, ışığın, solgun düşlerin, ince değişimlerle sürüp giden çeşitlemelerin ressamıdır. Sevecen, hiç kimseye kapısını kapatmayan, sağlam ve geniş dostluk çemberleri yaratmasını bilen, yarattığı her şeye cömert ruhundan can katan, bütün insanlara sevgiyle yaklaşan yüreğine karşın, iç dünyasında hep yalnız yaşamış olan bu insan, dışarı açılan gerçek iç kapılarını tuvallerine yansıtmıştır. Resimleri gibi, gerçekte ancak iyice aşinası olduğunuz zaman keyfine varabilirsiniz onun.
         Peki ama, Merzifon’un kenar mahallelerinden birinde, kalabalık ve yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen bu insanın yaratıcı kimliği, hangi yaşam serüveninin sonucu olarak, hangi evrelerden geçerek, ne gibi iç ve dış etkilerle yoğrularak bugün yapıtları hayranlıkla izlenen bir üstün sanatçı olgunluğuna ulaşabilmiştir?
         Bu sorulara belki ancak siz bir yanıt verebilirsiniz. Benim aradığım yanıtsa, onun bir serüven romanı kadar hareketli, merak uyandıran, değişken, zaman zaman da ruhsal çözümlemeler gerektiren yaşamöyküsünde gizlidir.
         (Arka kapaktan...)

         Bu kitap uzun zamandır kitaplığımda okunmayı bekliyordu ve nedense felsefik ya da dini bir şeyler okuyacağımı düşündüğümden okumayı erteliyordum. Ama bu ay okumaya başlayınca resmen neye uğradığımı şaşırdım. Bir kere kitabın anlatıcı beni çok şaşırttı. Kendisinden bahsederek “spoiler” vermek istemiyorum çünkü yazar öyle birini seçerek ilginç bir iş yapmış bence. En azından ben öyle bir şey beklemediğim için şaşırdım diyeyim.
         Kitapta hayatı anlatılan kişi Cemil Eren. Üzülerek söylüyorum ki kendisi bizim çok ünlü ressamlarımızdan biriymiş. Ama ben bu kitapla karşılaşmasam belki de kendisinden bir haber olmaya devam edecektim. O kadar cahiliz ki, cahilim ki... Eğitim sistemimiz de o kadar kötü ki... Yani sanat dersi falan almış olsak en azından böyle değerlerimizle tesadüfen karşılaşmış olmayız belki. Tabii ki en çok benim suçum ve eksikliğim bu konu. Bilmem, öğrenmem gerekirdi. Ama herşeyi mi el yordamıyla, duvarlara çarpa çarpa öğrenmek zorundayım/zorundayız. Yani birazını da ömrümüzün yarısını geçirdiğimiz ve adı eğitim yuvası olan o kurumlarda öğrenemez miyiz?! Hep zor sorular işte.
         Kitapta Cemil Eren’in doğduğu günden itibaren hayat hikayesi anlatılıyor. Yoksul bir aileden çıkıp askeri okula girişi ve orada sanatçı kimliğinin yavaş yavaş şekillenmesi, ders aldığı hocalar, daha sonra mesleğinini bırakarak resim yaparak hayatını devam ettirmeye çalışması. Her ileriye dönük yaşaması, hep ileri eserler vermesi, kendi üslübunu oturtması... Büyülenerek okudum. Resim hep ilgimi çeken bir sanat dalı olmuştur. Bir ara bir hevesle bir şeyler yapmıştım ama sonra bıraktım. Ama hala seviyorum resimle ilgili şeylerle ilgilenmeyi. Bir de Cemil Eren’in tüm dünyaya kanıtladığı bir şey var bu kitapta:Sanatçı/ressam illa serkeş bir yaşam sürmek zorundadır algısını kırmış oldu askeri disipliniyle. Çünkü tüm hayatı boyunca o disiplinle çalışmaları üzerine eğilmiş.
         Google’da bulabildiğim tüm resimlerini inceledim. O kadar güzeller ki. Işığın ressamı ünvanını boşuna almamış Cemil Bey. O kadar beyaz, ışık dolu neredeyse şeffaf resimler yapmış ki insan hayret ediyor.
         Kendisiyle tanışabilmiş olmayı çok isterdim ama maalesef kendisini 2016 yılında kaybetmişiz. Geç tanıdım, çabuk kaybettim. Huzur içinde yatınız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder