28 Şubat 2012 Salı

Gerçek Aşk


Sevgili, aşığını huzuruna çağırdı. Aşık aşk mektubunu çıkarıp sevgilisinin huzurunda okumaya başladı. Mektupta beyitler, övgüler, ihtiyaç, acizlik, yoksulluk gibi birçok sözler vardı. Maşuk dedi ki:
         ‘Eğer bu okuma, benim içinse vuslat zamanı ömür zayi etmektir bu! Ben yanındayım, sen mektup okuyorsun. Bu âşıklık alameti değil ki!’’
         Âşık:
         ‘Doğru, sen buradasın ama ben istediğim zevki istediğim gibi bulamıyorum ki. Geçen yıl senden aldığım zevki, şimdi vuslatına erişmiş olduğum halde alamıyorum. Ben bu kaynaktan arı duru bir su içtim; o suyla da gözümü yeniledim, gönlümü de. Şimdi kaynağı görüyorum ama su yok. Yoksa su yolumu birisi mi kesti?’’ dedi.
         Maşuk dedi ki:
         ‘Şu halde ben, senin sevgilin değilim. Ben Bulgar Türküyüm, sen Katu Türkü istiyorsun. Sen bana değil, bir hale âşıksın. Senin tamamıyla istediğin ben değilim. Sevgilin değilim, sevgilinin eviyim, hâlbuki aşk peşindir, eldedir, sandıkta değil! Sevgili, tek olan sevgiliye denir. Onu buldun mu, başkasını beklemezsin. Ortada görünüp duran da odur, gizli olan da o! O, hallere sahip bir hâkimdir, mahkûm değil.’’

         Mesnevi’den Hikâyeler – Mevlânâ / Sayfa: 292


Korkuyla Sevgili


Genç bir adam bir kadına âşık oldu. Ama bir türlü aşkına kavuşamıyordu. Tam yedi yıl boyunca bekledi.
         Bir gece geç vakit dışarıda iken, bekçiden korkup kaçtı ve bir bağa sığındı. Sonra baktı ki yıllardır aradığı sevgilisi bağda, elinde bir fener, yitirdiği yüzüğünü aramakta. İşte o zaman bekçiye dualar etmeye başladı. Allah, bekçiyi bahane etti ve onun korkusuyla sevgilisini buldu.

         Mesnevi’den Hikâyeler – Mevlânâ / Sayfa: 154

Mesnevi’den Hikâyeler – Mevlânâ



Hazırlayan: Süheyl Seçkinoğlu
Timaş Yayınları

En meşhur eseri Mesnevi’den titizlikle seçilen düşündürücü, yol gösterici, eğitici ve hikmet dolu bu hikâyelerde Mevlânâ, bilge kimliğiyle insan ruhunun derinliklerine inerek tüm yönleriyle hayatı öğretiyor.

Okuyacağınız bu hikâyelerle Mesnevi’nin sırlarını, inceliklerini ve hikmetlerini keşfederek yeni ufuklara yelken açacaksınız…

Arka Kapak

Herkesin kendine uygun bir şeyler bulabileceği güzel bir kitap. Akıcı bir dilde düzenlenmiş olması da okunmasını kolaylaştırıyor. Bazılarını oradan buradan da duymuş olabilirsiniz hikâyelerin. Facebookta falan paylaşılıyor bazen.
Okumanızı tavsiye ederim. Özellikle de hala benim gibi Mesnevi’yi alıp okuyamamış olanlar için… Bu başlangıç olur ve gider, alır, onu da okurum inşallah. :)

22 Şubat 2012 Çarşamba

Af





         Af
         Zafer Başoğul
         Yenileşim Akımı Yayınları

         İki şeyi çekemezdi;
        
         Beni kıskanırdı, kıskanmayı senaryolaştırır, oyuncuları seçer, tanıştığım-konuştuğum-baktığım kadınlara, kötü kadın rolünü verir, iyi rolü kendi kapardı. Seviyordu beni, sevdiği için de kıskanıyordu, bazen abartsa da…
         Hafiyelik yapardı. Çantamdan, ceplerimden bir şey çıkar mı diye çaktırmadan bakardı. Bilgisayarımda acaba bir şeye rastlar mıydı? Gömleğimde bir tel saç var mıydı? Kadın kokar mıydım? Yani, hafiyelik tamdı!
         Gözüm başkasını görmezdi. Bunu söylesem de inanmazdı. Erkeklik ya, neme lazım O ipleri sıkı tutmalıydı. O kadınlara verilen rol, kötü olmalıydı. Kötü kadınlar, iyi erkekleri kapmamalıydı. Erkekler, kadınların iyisini kötüsünü ayırt edemezdi, kadınlar isterse her şeyi yapardı, o yüzden artık gazeteler ve televizyonlar çapkın olan erkekler değil, kadınlar diyordu. Kadınlar eğer isterse her halükarda alırdı ve kadın ne zaman isterse, erkek doğası gereği, bu isteğe uyardı. O yüzden, O, hem rol dağıtımında adildi hem de hafiyeliğin de haklıydı. Anlayacağınız, yargıları da tamdı.
         Ve öfkesi… Öfkesi O’na her şeyi yaptırabilirdi. Gözü hiçbir şeyi görmez, herkesi silip atabilirdi. Beni bile… Öfkelendiğinde dalgalanırdı ki o dalgalar bir iki gün kıyıları döverdi. Karaya hırçın hırçın vurur, geriye doğru çekilerek hızla bir daha gelirdi. Boyları vuruşlardan sonra inmez her defasında aynı büyüklükte kalırdı. Eminim ki o dalgalar arasında bir geminiz olsun istemezdiniz ya da o gemide kaptan. Benim ne böyle bir gemim vardı, ne de kaptandım aslında. Ben, o dalgaların rengiydim. Dalgalar dininceye kadar farklı renklere bürünür, bazen köpürür bazen dalganın en ucunda acı maviye döner, bazen geri dönen dalganın kirli yeşili olurdum. Kolay sakinleşmezdi. Gizlese de dalga boyu on metreydi bir kere ve bu durum her şeye yansırdı. Bu hallerde ya hiddetle sevişir ya da seks O’nun için biterdi. O’na bu günlerde yaklaşmak istemiyordum ama, gerçeği söylemek gerekirse ne uzakta kalabildim ne de yaklaşabildim. Çekilmezdi dedim ya, çekilirmiş…

Arka kapak yazısı


Bu kitabı okulda verdiler bana. 1 Aralık Dünya Aids Günü ile ilgili bir konferans düzenliyordu bir arkadaş. Orada dağıttılar.
Aidsle, HIV ile ilgili bir kitap ve çok önemli. Aslında bir roman. En sonunda anlıyorsunuz ne olduğunu, niçin olduğunu. Detayına çok girmek istemiyorum. Lütfen alın, okuyun.

O gün kimi çağırdıysam konferansa ‘Ben biliyorum hepsini.’ deyip gelmedi. Ben de biliyordum bir sürü şey. Ama bilmediğim şeyler varmış. Yanlış bildiğim şeyler varmış. İyi ki katılmışım. Gelen doktor hanım tüm detaylarıyla anlattı her şeyi.
Ki biliyorum ki gelmeyen insanların nedenleri her şeyi çok iyi bilmeleri değil utanmaları, çekinmeleriydi. Ama bu konu utanılacak, çekinilecek bir konu değil. Bilinçli olmak lazım. Bana bir şey olmaz mantığıyla yaşamamak lazım. İlla cinsel yolla bulaşacak diye bir şey yok çünkü. Kan yoluyla da bulaşabiliyor. Steril olmayan bir ortamda, steril olmayan aletlerle kan alıp, verdiğinizi bir düşünsenize…
Lütfen bana bir şey olmaz demeyin. Hem bir kitap okumakla, bir saat bir doktoru dinlemekle ne kaybederiz ki. 

1 Şubat 2012 Çarşamba

Isim Sehir Hayvan




İsim Şehir Hayvan
Yılmaz Özdil
Doğan Kitap


Liman von Sanders

Mustafa Kemal’in Bandırma vapuruyla Samsun’a gitmek üzere yola çıktığı gün, yani 16 Mayıs’ta, Bandırma limanı ile Samsun limanı satıldı!

Samsun’a bir varacak ki…
Liman satılmış.
‘Ordu limanına yanaşalım’’ dese…
Satıldı.
‘Çek Trabzon’a’’ dese…
O da satıldı.
‘Rize?’’
Satıldı.
‘Bari Hopa’ya gidelim…’’
O da satıldı.
‘Dönün kardeşim Sinop’a!’’                            
Satıldı.
‘Ereğli limanı?’’
Satıldı.
‘Yarımca limanına gitsek…’’
Satıldı.

‘Bana satılmayan bir liman bulun’’ dese, dün itibarıyla, memleketi Karadeniz üzerinden kurtarması mümkün değil.

‘Tekirdağ limanına çıkayım, oradan yüze yüze karşıya geçerim’’ dese… Satıldı.

‘Dümeni Ege’ye kır’’ dese…
Dikili limanı satıldı.
İzmir limanı satıldı.
Kuşadası limanı satıldı.
Marmaris limanı?
Satıldı.

‘Madem öyle Akdeniz’den girelim’’ dese…
Antalya limanı satıldı.
Alanya limanı satıldı.
Mersin limanı satıldı.
İskenderun limanı satıldı.

‘İtalya’ya gidelim, oradan uçakla inelim’’ dese… Havalimanları zaten satıldı.

Bakın ‘İtalya’’ dedim aklıma geldi… Mustafa Kemal’in henüz haberi yok ama İstanbul aşığı İtalyan ressam Zonam, şahane bir tablo yapmıştı, Galata Limanı…

O da satıldı.

Birileri araya girip ‘’satılmama koşulu’’ndan vazgeçirmezse…
Mustafa Kemal’in işi zor!

İsim Şehir Hayvan / Sayfa 175,176

Yılmaz Özdil’in yazılarını uzun zamandır takip ediyordum zaten internetten ve yazdığı Hürriyet gazetesinden. Kitabı çıkınca da okumayı çok istemiştim ama çok geç elime geçti, anca okuyabildim. Dün gece bitirdim. Bugün de yazıyorum.

Herkesin okuması gereken bir kitap bence. İnceden inceye dokunduruyor yine Yılmaz Özdil. Tabii anlayana… Zaten yazılarını takip edenler de bilirler. Köşe yazılarından oluşuyor bu kitap. Kâh güldürüyor kâh düşündürüyor. Bazen sonuna kadar haklı buluyorsunuz yazılanları, bazen olan biten olaylara kızıyorsunuz.
Okumanızı tavsiye ederim.