31 Ağustos 2017 Perşembe

Yeşil Bir At Sırtında

         


         Yeşil Bir At Sırtında
         Necati Cumalı
         Can Yayınları

         Çok değişik rüyalar görürüm. Bir dönemler at tutkunuydum. Bir gece rüyamda yeşil bir at sırtında gördüm kendimi. Koşu yeri, hara gibi çayır çimen bir alanda atımı dörtnala sürüyor, bayram yerlerine benzer kalabalıklara girip çıkıyordum. Yeleleri rüzgarlı, kuyrukları kabarık, çıplak yeşil atlar koşuşuyorlardı sağımda solumda. Sevinç içinde uyandım. Annem sağdı henüz. Rüyalarımı her sabah anneme anlatırdım. Gördüğüm yeşil atları dinlerken mutlu oldu, gözleri ışıdı, yüzü güldü: “Yeşil at murattır,” dedi, “yürekten her ne dilersen olacak, gönül zenginliğine erişeceksin!” Düşünüyorum: Bütün yaşamımda, yürekten, gerçekten yürekten istediğim ne oldu benim?(…) geride kalan yıllarıma bakarak, rüyam çıktı, bugüne kadar hep yeşil at sırtında dolandım dersem yanılmam. Bu kitap yeşil atımın sırtında geçen yolculuklarımın ürünü.
            (Arka kapaktan…)

         Bu ay içinde Hıfzı Topuz’un Eski Dostlar’ını okuyunca yine aynı tadı alabileceğim başka bir kitap daha okumak istedim ve kitaplığımda bir süredir bekleyen Yeşil Bir At Sırtında’yı aldım elime. Eski Dostlar’ı da Yeşil Bir At Sırtında’yı ya en son İstanbul seyahatimde Beyazıt’taki Sahaflar Çarşısından almıştım. Yıl 2015, Şubat ayı. Gülşah ile geziyorduk ve hava oldukça soğuktu.
         Necati Cumalı okumayı severim. Deneme okuyacağımı düşünerek alsam da kitabı elime aslında bu kitap bir günce. Ama bana göre bazı yazılar deneme denilebilecek kadar iyiydi. Necati Cumalı’nın çok can alıcı çıkarımları var bazı konularda.
         Öte yandan Paris’te geçirdiği on sekiz aylık bir süreç var. Bu tip yazıları/günceleri okumaktan zevk alsam da ara ara da sıkıldım maalesef. Çünkü Cumalı’nın net bir şekilde anlattığı o sokakları/caddeleri bilmiyorum. Gitmedim, görmedim, hiç yurtdışına çıkmadım. Kafamda canlandıramadığım için de sıkıldım.
         Yine de genel olarak sevdiğim, zevk alarak okuduğum bir kitap oldu.

         Okuyunuz efenim. Tavsiyemdir. 

19 Ağustos 2017 Cumartesi

Ölüme Boyun Eğmeyen Adam

        


         Ölüme Boyun Eğmeyen Adam
         Jack London
         Çeviren: Ersin Yıldırım
         Arkhe Yayınları

         Savaşın en kanlı günlerinden bir gün… Asker, en iyi arkadaşının az ilerde kanlar içinde yere düştüğünü gördü. İnsanın başını bir saniye bile siperi üzerinde tutamayacağı ateş yağmuru altındaydılar. Asker teğmene koştu:
            -Teğmenim, fırlayıp arkadaşımı alıp gelebilir miyim
            “Delirdin mi?” der gibi baktı teğmen…
            -Gitmeye değer mi? arkadaşın delik deşik olmuş… Büyük olasılıkla ölmüştür bile. Kendi hayatını da tehlikeye atma sakın. Asker ısrar etti ve teğmen “peki” dedi. “Git o zaman”
            İnanılması güç mucize. Asker o korkunç ateş yağmuru altında arkadaşına ulaştı. Onu sırtına aldı ve koşa koşa döndü. Birlikte siperin içine yuvarlandılar. Teğmen, kanlar içindeki askeri muayene etti. Sona onu sipere taşıyan arkadaşına döndü:
            -Sana değmez, hayatını tehlikeye atma demiştim. Bu zaten ölmüş.
            -Değdi teğmenim. Dedi asker...
            -Nasıl değdi? Dedi teğmen. Bu adam ölmüş, görmüyor musun?
            -Gene de değdi komutanım. Çünkü yanına ulaştığımda henüz sağdı. Onun son sözlerini duymak, dünyaya bedeldi benim için ve arkadaşının son sözlerini hıçkırarak tekrarladı:
            -Geleceğini biliyordum!... demişti arkadaşı… Geleceğini biliyordum!...
            (Arka kapaktan…)

         Okuyacak kitap bulamayınca yani kitaplarımın arasından bir şey seçemeyince hemen sevdiğim bir yazarın kitabını alırım elime. Yine aynı şeyi yapıp Ölüme Boyun Eğmeyen Adam’ı attım çantama. Yolda okumaya başladım. İlk hikayeden sonra da anladım ki kitabın adı başka ama içindeki bir hikaye daha önce okuduğum Ormandan Gelen Ses’teki öykü. Ben o kitapta Ormandan Gelen Ses olarak okumuştum hikayeyi. Ama bu kitapta sanki her bölüm yeni bir hikaye gibi başlıkla sunulmuş ve adı da başka.
         Ben bunu anlayamıyorum. Tamam, her yayınevi aynı yazarın kitabını basabilir ama kitabın adını değiştirerek mi olmalı bu. Ben bu kitabı sırf Jack London’un kitabı diye almışımdır çok büyük bir ihtimalle. Okumadığım bir kitabı olduğunu düşünerek almışımdır. Yayınevlerinin kitabın ismini değiştirerek kitap basmasını çok doğru bulmuyorum açıkçası. Bir de bir hikâyeyi parçalara bölüp sanki birden fazla ve birbirinden farklı öyküler gibi yayınlamak çok da doğru gelmiyor bana.
         Bir diğer rahatsız olduğum konu ise kitaptaki yazım hataları idi. Olabilir, insan kontrol ediyor, hata çıkabilir ama bence çok fazla vardı. Ki –mısın, -misin soru eklerinin ayrı yazılması gerektiğini çocuklar bile bilir. Böyle kitaplara özellikle bakıyorum editörü var mı diye. Varmış. Selam olsun kendisine. :/

         Son olarak da arka kapaktaki alıntının kitabın neresinde geçtiğini anlayamadım çünkü geçmiyor. :/ Olmamış canım Arkhe Yayınları. 

Ali

         


         Ali
         Küçük İskender
         Sel Yayıncılık

                      Memetler ölürken Aliler öldürülür bir coğrafya için. Ali’nin
            Gömleği onun için başka bir kanlı.
            Aliler sokakta, varoşta, her ağızda varken yokturlar. Ali’nin
            Öfkesi onun için eğlenceli ve herkesinkiyle eşit.
            Aliler kibarlık nedir bilmeden konuşurlar, dobradırlar,
            Samimidirler. Ali’nin sabıka kaydı onun için kalbi.
            Aliler akıllarına takılanı tekrar ede ede büyürler. Ali’nin yaşı onun içinele geçirilemedi hala.
            Ali’den ötesini görenlere kanatlardan teki artık haktır.
           
            Küçük İskender, Ali’de şiirde inatlaştığı, direndiği şeyleri bir kez daha gözden geçiriyor; yeniden deniyor ve ulaştığı yalanları, yanlışları şuursuzca paylaşıyor. Çünkü şuurun da sistemin de öngördüğü bir disiplin ve baskı olduğunu kanıtlayacak ipuçlarına ulaştı.
            Aşk bazen çok Ali!
            (Arka kapaktan)

         Küçük İskender okumaya lisedeyken Periler Ölürken Özür Diler kitabıyla başlamıştım. Ondan sonra da daha birçok kitabını okudum.
         Ali’yi itiraf ediyorum ki isminden dolayı aldım. :)
         Daha önce okumaya başlamıştım aslında ama ilerleyememiştim. Sonra dün işe giderken yanıma aldım ve akşamına eve gelmeden bitmişti.
         İçindeki şiirler mü-kem-mel! Yani diyorum ki daha ne yazabilir adam, ama her kitapta daha üstüne çıkıyor yazdıklarının.

         Bence Türk edebiyatının en önemli mihenk taşlarından biri Küçük İskender. Okunmalı, okutulmalı!

Eski Dostlar

         


         Eski Dostlar
         Hıfzı Topuz
         Remzi Kitabevi

         Hıfzı Topuz, hızlı ve ilginç yaşamından seçtiği portreleri ve olayları meraklı bir serüven tadında aktarırken, bir yandan da bir dönemin Türkiye’sine ışık tutuyor.
            (Arka kapaktan)
        
         Bende her kitabın bir hikâyesi var. Bu kitabı da son kez İstanbul’a gittiğimde almıştım ki Şubat 2015’ti. Gülşah’la Sahaflar Çarşısı’nda dolaşırken bulmuştum. Hıfzı Topuz’u hep okumak istediğim için görünce hemen aldım.
         Kitap Sabahattin Ali ile başlıyor. Sabahattin Ali, benim en sevdiğim yazarlar arasındadır. Tüm kitaplarını okuduğum için şimdilerde hep onun hakkında yazılmış kitaplar bulmaya çalışıyorum. Eski Dostlar da Sabahattin Ali ile başlayınca hemen beni kendine çekti.
         Ben o dönemin yazar ve hatta sanat camiasını çok sevdiğim için o dünyanın içinden kişilerle ilgili anılar da çok ilgimi çekti kitapta.

         Hıfzı Topuz’un dili ise gayet akıcı. Kitabı çok sevdim. Çünkü içinde Sabahattin Ali, Halikarnas Balıkçısı ve hatta Atatürk ile ilgili bir sürü anı var. Benim için çok önemli kişiler üçü de. Daha niceleri var da onları da siz okuyun. :)

13 Ağustos 2017 Pazar

Fahrenheit 451

         


         Fahrenheit 451
         Ray Bradbury
         Çeviren: Zerrin Kayalıoğlu – Korkut Kayalıoğlu
         İthaki Yayınları

         Fahrenheit 451: Kitap kâğıtlarının yanıp tutuştuğu sıcaklık derecesidir.
            “Mutlu olmak için ihtiyacımız olan her şeye sahibiz, ama mutlu değiliz. Eksik bir şey var. Çevreme bakıyorum. Kaybolduğunu kesinlikle bildiğim tek şey, son on ya da on ili yıldır yakmakta olduğum kitaplar.”
            Ray Bradbury gibi kitaplara âşık bir yazardan, kitapların birer kahramana dönüştüğü unutulmaz bir distopya…
            Yayımlanışın 60. Yılını geride bıraktığımız bu ölümsüz eser, totaliter sistemlere, sansüre, baskıya yönelik en keskin eleştirilerden biri…
            Yeryüzünde tek bir kitap kalacak olsa, o kitap olmaya aday, vazgeçilmez bir roman…
            (Arka kapaktan)

         Fahrenheit 451, 2014 yılında e-kitap olarak okumaya başladığım sonra tabletimde bir sorun olunca yarım bıraktığım bir kitaptı. Kitapçılarda bu ara 9.90 indirimi olunca yeniden denk geldi. Ben de okuyup bitireyim dedim.
         Ama nerede kaldığımı hatırlayamayınca baştan başlayıp okudum. Normalde çok eskiden okumaya başladığım bir kitap da olsa nerede kaldığımı hatırlarım aslında. Ama bu kez olmadı. Yaşlanıyorum sanırım. :)
         Kitapların okunmadığı hatta evinde kitap bulundurmanın suç olduğu ve itfaiyecilerin işlerinin yangın söndürmek değil de kitapları yakmak olduğu zamanları anlatıyor kitap.
         Kolay okunur bir kitaptı. Türü distopya olarak geçiyor. Ben bu tip kitapları okurken biraz sinirleniyorum aslında; nasıl bir dünya bu böyle, öyle şey mi olurmuş diye. Ama bir yandan da korkmuyor değilim. Ya böyle günleri yaşamak zorunda kalırsak diye. Sonra etrafıma şöyle bir baktığımda çok da uzak olmadığımızı görüyorum o zamanlardan.

         Ders alınması gereken kitaplardan. 

3 Ağustos 2017 Perşembe

Zibilde Papatya Açtı

         


         Zibilde Papatya Açtı
         Remzi Çayır
         Kısmet Matbaası

         “… Dün akşam bir kitap okurken derinlere dalmıştı. İnsan kainatın merkezidir diyordu. İnsandan mücadeleye başlamayan hareketler güdük ve başarısız olurlar… Doğru muydu? Ama insanın kendi kendisiyle olan mücadelesinin sonucu diğer halkaların, mücadele halkalarının oluşumunu sağlamıyor muydu? Kendisiyle olan savaşta zafer kazanmamış kişinin, kendi dışındakilerle olan savaşta galip gelmesi, kıyamda durması mümkün müydü? Yeryüzünde irili ufaklı savaşlar vardı. Çeşitli isimler altında devam eden bu cedelin esastaki “gayesi neydi? Milletler mi çarpışıyordu, insanlar mı çarpışıyordu, yoksa…”
            “… Çok doğru çok doğru… Allah’ın bağıyla, ona itaatle eziyetler sevilir… Fedakârlık Allah için olduğu müddetçe…”
            “… Kıymet hükümleri, değer yargıları, hayat normları muğlâk olan bir toplumda asayişin sürekli olması beklenemez. Zamanla kaynayan kazana döner toplum… Kavi bir inanç zırhına bürünmemiş fertler ve toplumlar için dışarıdan gelen tazyikler birer darbe niteliğindedir… Sosyal hayatta alt ve üst kültür oluşmuş ise bu…”
            (Arka kapaktan…)

         Bu kitabı Balıkesir’deki Özel İdare İşhanı’nın içindeki Lider Kitap’tan almıştım. Dükkânın önüne sepetler koyarlardı ve 1 liraya satılırdı. Satılırdı diyorum çünkü Balıkesir’e son gittiğim zaman işhanının yıkıldığını görmüştüm. Lider kitap başka bir yere açılmış ama ben gitmedim artık. Biliyorum ki aynı tadı vermeyecek bana, o kafamdaki yerine ters düşecek.
         Kitap uzun zamandır kitaplığımda bekliyordu açıkçası ve muhtemelen adında papatya geçiyor diye almışımdır. Çünkü okumaya başlayıncaya kadar konusu hakkında en ufak bir fikrim bile yoktu.
         Konusuna gelecek olursak köyden Ankara’ya göçen dört çocuklu bir ailenin yaşamını anlatıyor kitap. Onların Ankara’nın betonları arasında çektikleri, bir türlü şehirli yaşama uyum sağlayamamaları çok net bir şekilde anlatılmıştı.
         Kitabın basım yılı 1990 (benimle yaşıt) ama ihtilal zamanlarını anlatıyor. Birazcık ülkücülüğü de övüyor diyebiliriz ama öyle bağıra bağıra değil. Farklı platformlarda okuduğuma göre kitabın yazarı Muhsin Yazıcıoğlu ile yakın arkadaşmış. Ne kadar doğrudur bilemem.

         Kitap bana Latife Tekin’in okuduğum bir kitabını hatırlattı. Sevgili Arsız Ölüm diyesim geliyor ama çok da hatırlayamıyorum adını. Orada da böyle bir aile vardı ve göçtükleri şehirle kavga halindeydiler sürekli. Hem şehirli hem köylü, karma bir şekilde yaşayıp gidiyorlardı.