29 Kasım 2015 Pazar

Çi


        
         Çi
         Akilah Azra Kohen
         Destek Yayınları

         Hayat insanın kendi potansiyeline ulaşabilmesi için dikkatle, incelikle, muhteşem bir zekâyla dizayn edilmiştir. Yapman gerekeni yapamıyorsan, olamıyorsan, doğamıyorsan hayat çok acıtır, anlaman için hırpalar, yorar. Seni sen yapabilmek için ne gerekirse yapmaya hazırdır.
            Asla rahat bırakılmazsın.
            Öylesine, anlamsız varolmazsın.
            Mutluluğa saklanamazsın.
            Öyleyse acına sahip çıkmalısın!
            Çünkü acı, bilginin bedene inmesidir.
            Bilgiyi bedene indirmeli, olman gereken şeye dönüşmelisin.
            Bu kitap “kendine gelmek” için burada olduğunun farkına varabilene yazıldı. Fi ile çıkılan yolculuğun tek durağıdır Çi. Sadece farkındalığa giden, değiştiren, mutlaka geliştiren bir yoldur ama sunduğu seks, macera, intikam, ihtiras sizi aldatmasın, zordur.
            Hayatı değil sistemi yaşadığımızı fark edenler, harekete geçmek için işaret bekleyenler, umursamayanlara karşı umursayanlar, hissedemeyenlere karşı hissedenler adına ve kendi tekâmülünde kaybolmuşlar için yazılmış, dengeye adanmıştır.
            Hayat harekete geçen herkesi varması gereken yere götürür.
            (Arka kapaktan)

         Bu kitabı Fi’dn daha çok sevdim. İnstagramda Fi’nin fotoğrafını huzursuz edici, flu, kıpır kıpır, kapağındaki gibi kırmızı yani sıcak hissettirdiğini yazmıştım. Çi için ise sıcak bir yaz gününde bir kabustan uyanmış da yatağın serin kısmına geçmişim gibi hissettim.
         Fi ile dibe düşerken oraya buraya çarpa çarpa yaralandıktan sonra Çi ile yere çakıldığını görüyor insan. Kalkamıyorsun da ama çevrende olup bitenleri görüyorsun. Ölmemenin rahatlaması yayılmaya başlıyor vücuduna. Yaşayıp yaşamayacağını bilemesen de o anda nefes alıyor olmak önemli. Sonrasını beklemek ise rahatsız edici bir şekilde huzurlu.
         Kitabın bana hissettirdikleri böyle oldu. onun haricinde ülke gündeminden anlattıkları da bazı şeyleri daha iyi anlamama yardımcı oldu.
         Pi’ye başlamak için sabırsızlandığımı söyleyebilirim. Merak ediyorum.
         Okuyun efenim.


         

24 Kasım 2015 Salı

Fi



         Fi
         1,618…
         Akilah Azra Kohen
         Destek Yayınları
        
         Fi, deneyimin içinde kaybolmak yerine korkmadan deneyime sahip olmanın yolculuğudur. İçinde bolca bulunan manipülasyon, seks, aldatma ve aldanma hikayeleri belki herkesin dikkatini çekebilir ama gerçeklerden yola çıkılarak ulaşılmak istenen yerde sadece farkındalık vardır.
            Fi güzelliğin lanetlendiği, zekanın yağmalandığı, iyinin kurban edildiği ve kasaba kurnazlığıyla yönetilen bu gezegende, içine doğduğumuz bu kutsal hayatı kutlamak için yazılmıştır. Kendi potansiyelini keşfetme cesareti gösterebilmiş gerçek kişilere, çatlama cesareti gösterebilmiş tohumlara adanmıştır.
            Bir kişiye duyulan aşktan daha acımasız bir şey var mıdır?
            (Arka kapaktan)

         Bu kitabı o kadar çok kişinin elinde gördüm, o kadar çok kişinin profilinden inceledim ki merakla tiksinme arasında gidip gelmeye başlamıştım. Tabii bu arada da bir kez bile açıp konusunu bile okumadım. En sonunda bir arkadaşım konuyu anlatınca ilgimi çekti de ondan ödünç aldım.
         Başlarda çok güzel gidiyordu bence. Yukarıda da bahsettiği gibi çatlama cesaretini gösterecek tohumlara doğru yol alıyorduk ne güzel. Ama sonra bir şey oldu ve yarıdan sonra Can Manay’ın aşık olduğu kızı tavlama serüvenine dönüştü kitap. Bu arada yan karakterler ana karakterlerden çok daha fazla dikkat çekici bence.
         Kitabın sonuna geldiğimde hissettiğim tam olarak şuydu: “Eee… Niye bitti ki şimdi bu. Daha hiçbir şey olmadı!”
         Şu an Çi’yi okumaya başladım. Belki Çi ve Pi bittiğinde bittiğini düşüneceğim. Bunu konuşmak için henüz erken ama bu kitap için söyleyeceğim şey bende yarım kalmışlık oldu.
         Oysa çok büyük umutlarım vardı. Günümüz yazarlarından beni en çok etkileyenlerden biri Hakan Günday’dır mesela. Farkındalık kitabı yazıyorsa onun Kinyas ve Kayra’sını okumak lazım önce. Niyeyse kafamda o kadar vurucu bir kitap kurmuştum ama şu an yarısına bile yetişemedi.
         Zaman kaybı ya da yazık diyemem ama beklentimin çok altındaydı. Seri olduğundan belki erken bunu söylemek için ama biraz hevesim kaçtı doğrusu.
         Neyse, siz yine de okuyun.


22 Kasım 2015 Pazar

Göbekli Tepe




        
         Taş Çağı Avcılarının Gizemli Kutsal Alanı Göbekli Tepe
         En Eski Tapınağı Yapanlar
         Klaus Schmidt
         Çeviren: Rüstem Aslan
         Arkeoloji ve Sanat Yayınları

         Yaklaşık 12.000 yıl önce, Fırat ve Dicle Nehirleri arasında kalan bölgede, insanlık tarihinin en önemli değişimlerinden biri yaşanmaktaydı. İnsanoğlu avcı-toplayıcı bir yaşam tarzından, yerleşik hayata, çiftçi-üretici düzene geçmek üzereydi. Binlerce yıl öncesinin avcı toplayıcılarının bu geçiş döneminde, sandığımı gibi mütevazi ve basit bir yaşam tarzıyla yetinmemiş olduklarını, aksine, görkemli bir evre yaşadıklarını, Göbekli Tepe’de bize bıraktıkları izlerde görebiliyoruz. Göbekli Tepe’nin etkileyici anıtsal buluntuları yetkin bir taş işçiliğini yansıtmakta, taş üzerinde kabartma tekniğiyle yapılarak aktarılan motiflerin içerik zenginliği ise karmaşık bir düşünsel düzeye ulaşıldığını göstermektedir. Tüm bu bulguların yanında, eserlerin nitelik ve nicelikleri gözlemlendiğinde, raslantısal değil düzenli bir tekrarlama şeklinde saptanabilen büyük boyutluluk, anıtsallık ve sayısal yoğunluk, arka planda olması gereken gelişkin sosyal düzenin, organizasyon ve koordinasyon kabiliyetinin ipuçlarını vermektedir. 12.000 yıl öncesinden günümüze ilettiği bu kapsamlı bilgi hazinesi ile, geçmişimizin önemli bir zaman dilimi hakkında daha önce düşünmemizin dahi mümkün olmadığı soruları üretebilmemizi sağlayan Göbekli Tepe, emsalsizliği ile biz bilim insanlarını olduğu kadar, belki daha da fazla, bulunduğu toprakların insanlarını etkileyen, haklı olarak gururlandıran eşsiz bir değerdir.
            (Arka kapaktan)
        
         Uzun, upuzun bir aradan sonra merhaba!
         Hayır, hiç kitap okumuyor değildim ama kitapları sonlandıramadığım bir gerçek. İş hayatımla sosyal hayatımı eşitleyemiyorum bir türlü. Sebebi de budur.
         Bu kitabı Türkiye turundayken almayı çok istemiştim ama Göbekli Tepe’de çok pahalıydı. Sonra geçtiğimiz İzmir Kitap Fuarı’ndan uygun bir fiyata aldım. İşe gelip giderken, otobüste okuyup bitirdim.
         Göbekli Tepe okulda da çok ilgimi çeken bir destinasyon olmasına rağmen üzerinde pek de durulmadan işlenip geçilmişti. Sonra Türkiye turunda canlı canlı görecek olma düşüncesi beni çok heyecanlandırmıştı ama hem Klaus Schmidt’in vefat etmiş olması (tanışmayı çok isterdim) hem de kazı sezonu dışında olduğumuzdan çoğu yerinin koca koca kalaslarla ya da tahta kapalı olması beni hayal kırıklığına uğrattı. Zaten okulda üstünkörü geçilmişken gidip de güzelce inceleyememek beni çok üzdü açıkçası. Gördüğümden pek bir şey anlamadan döndüm diyebilirim.
         Şimdi bu kitabı okuduktan sonra, kafamda oturmayan parçalar oturdu, canlanmayan yerler canlandı. Okulda bahsedilen kadar gizemli değilmiş bir kere. Ama hala çok da açık seçik değil. Yuvarlak planlı yapıların konumları falan kafamda çok iyi oturdu bu kez. Keşke önce kitabı okuyup, biraz da çevreyi tanıyıp öyle gitme şansım olsaymış oraya. Benim için çok daha iyi olacakmış.
         Bu arada neredeyse kitabın yarısına kadar eski Urfa (Eriha) ve çevresinden bahsediyor olması da bulunmaz bir nimet. Tabii ki okulda bunu da bu kadar detaylı görmedik. Sonra Anadolu dışındaki ören yerlerini de görmedik. Ama bu kitapta Göbekli Tepe buluntularıyla benzer özellikler gösteren yerler de anlatılmış ve karşılaştırmalar yapılmış.
         Kitabın dili ağır değil. Bu meslekten olmayan birinin de çok zorlanmadan okuyabileceğini düşünüyorum. Yeter ki birazcık ilgisi olsun. Zaten çoğu anlatım fotoğraflarla desteklenmiş. Tavsiyemdir.