21 Haziran 2018 Perşembe

Mahrem


         


         Mahrem
         Elif Şafak
         Metis Yayınları
        
         Görmeye ve görülmeye dair bir roman...
         Gözbebeği: İnsanlarda yuvarlak, hayvanların çoğunda ise dikine elips biçiminde olan gözbebeğinin çapı, irise gelen ışığın miktarına göre değişir. Karanlık ve uzaklık büyütür gözbebeğini; aydınlık ve yakınlık küçültür. Yani bu kararsız çember, ışık varsa küçülür, ışık yoksa büyür. Yakına bakarken de küçüldüğüne göre, yakın olan aydınlıktır, aydınlıktadır. Uzağın payına karanlık düşer. Zaten karanlığı kimse yakınında görmek istemez.
         Aşık olunca da büyür gözbebeği; demek ki aşık olunan hep uzaktadır. Aradaki mesafenin verdiği acıyı azaltmak için, maşuka “gözbebeğim!” diye hitap edilir.
         (Arka kapaktan...)

         Bu kitaba yıllar önce birkaç kez başlayıp devam edemeyip bırakmıştım. O minübüste iki kişilik yer parası ödeyip sonra yanına biri oturunca içinden bıdı bıdı konuşan şişman kadın beni benden almıştı. O yüzden okumayı bıraktım. Ama yarım bıraktığım için de sürekli aklımın bir yerlerinde duruyordu kitap. 
Aslında Elif Şafak okumayı sevmem. Lisede Baba ve Piç'i okumuştum ve sanırım hala tek sevdiğim kitabı da o. Bu kitap ise başka bir kitabıyla birlikte Aşk'ın çıktığı zaman geçmişti elime. Millet nasıl kırılıyor Aşk'ı okumaktan, birden Türkiye'nin yarısı Elif Şafak hayranı olmuştu hatta. Liseden bu yana bir sürü kitabını okudum Şafak'ın ve anladım ki gerçekten bana hitap etmiyor. Bir kere tasavvuf, mitoloji, din konularını sürekli işlemeye çalışmasını çok yapmacık buluyorum. Kendisi gibi birkaç yazar daha var. Baktılar satıyor kitaplar, her yazdıklarına biraz serpiştiriyorlar. Ama ol-mu-yor. Olmuyor işte. Harmanını mı güzel yapamıyorsunuz artık bilemiyorum ama homojen olmuyor hiçbiri. 
Görmeye ve görülmeye dair bir roman diye yazılmış arka kapağa. İki farklı olay örgüsü var kitapta. İkisi de görmeyle alakalı. Ama sinir olduğum şey o iki olayın birbiriyle alakasızlığı. Sonunda birbirine bağlayacak herhalde diyorum ama yok. YOK. 
Sevmedim yine. Ama kitap imzalı. İmza koleksiyonuma bir nefer işte. 😊

15 Haziran 2018 Cuma

Olivya Çıkmazı


         


         Olivya Çıkmazı
         Nazlı Karabıyıkoğlu
         Alakarga Yayınları
        
         Bir öykünün giriş cümlesi olabilmeyi istedi. Öykü bittiğinde okuyucunun dönüp tekrar okuduğu, belki çantasından çıkardığı defterine not ettiği o cümle...
         Genç kuşak öykücülüğümüzün dikkat çekici isimlerinden Nazlı Karabıyıkoğlu, yeni kitabı Olivya Çıkmaz ile Alakarga’da... Bu kitaptaki öyküler, insanımızın iç dünyasını bir kuyumcu titizliği ile inceliyor. Kentin sokaklarında, mağazalarda, kitabevlerinde, parklarda, ışıklı caddelerde her gün gördüğümüz rengarek kalabalık, bütün o renkleri oluşturan bireylere tek tek eğilmedikçe ne ifade eder? Gürültü deyip geçtiğimiz toplamın içinde birbirinden farklı, ilginç sesler yok mudur? Karabıyıkoğlu işte o benzersiz seslerin öykülerini arayıp buluyor. Severek okuyacaksınız.
         (Arka kapaktan...)

         Severek okumadım ama. Her ay öykü kitabı okuyup hüsrana uğradıktan sonra bir süre okumayacağım diyorum ama öbür ay dayanamayıp yine okuyorum ve sonuç hüsran. Yani çok mu kötüydü bu kitap? Değildi tabii ki. Ama benim istediğim kadar iyi ve vurucu değildi. O yüzden bu kez hakikaten bir süre öykü kitabı okumamaya karar verdim.
         Ama sıkmayacak, boğmayacak, kolayca okunabilecek öykü kitabı arıyorsanız siz bakabilirsiniz.

11 Haziran 2018 Pazartesi

Top Oynayan Kedi Mağazası


         


         Top Oynayan Kedi Mağazası
         H. de Balzac
         Çeviren: Necdet Bingöl
         Dünya Klasikleri
         Milli Eğitim Basımevi
        
         Görsel de görüldüğü üzere elimde iki adet var bu kitaptan. Ben üstteki eski basımını okudum ve dikkat ederseniz onun ismi Top Oynıyan Kedi Mağazası. Böyle eski basımları okumayı çok seviyorum. Bu kitabın basım yılı 1948 ve önsözünü İsmet İnönü yazmış. Diğer kitabın ise basım yılı 1998. Çevirmenleri aynı: Necdet Bingöl. Yani sadece iyileştirme yapılıp yeniden basıma sunulmuş bu kitap.
         O zamanın şartlarına göre başlıktaki o kullanım yanlış değil. Dil devinen ve gelişen bir varlık olduğundan daha sonraki yıllarda yazım kuralları değiştiğinde günümüzdeki kullanımını almış sadece.
         Kitabın konusuna gelecek olursak; Top Oynayan Kedi Mağazası dışarıdan bakıldığında ne sattığı belli olmayan ama içeri girince kumaş sattıklarını anladığınız bir mağaza. Tabelasındaki top ile oynayan kedi resminden dolayı bu adı almış. Mağanın sahibi ve bu adamın karısı sadece para ve ticaret üzerine konuşan, tek faaliyetleri kiliseye gitmek olan insanlardır. İki kızlarını da bu şekilde yetiştirmişlerdir. Bir gün dönemin önemli ressamlarından birinin evlerinin ve küçük kızlarının resimlerini yapmasıyla hayatları değişir.
         Kitapta öncelikle “davul bile dengi dengine çalar” mesajı sezilse de alt metinde kendini geliştiremeyen insan yalnız kalmaya ve yıkıma mahkumdur mesajı var.

9 Haziran 2018 Cumartesi

Thomas Düşerken


         


         Thomas Düşerken
         Altay Öktem
         Can Yayınları

         Düşüşüne önceden karar vermişti demek istiyorum. Bilerek kendini uçurumdan aşağı bıraktı. Derinliğin dördüncü boyutunun da fotoğrafını çekmiş, sanat hayatının zirvesine ulaşmıştı. Geriye beşinci boyut kalıyordu. Beşinci boyutun çekilmesi için bizim bir araya gelmemiz gerekiyordu. Uçurumdan yuvarlanması, sana ve bana, ayrı ayrı yazılmış birer mektuptu aslında.
         Bütün dünyanın sapkın olarak tanıdığı, kollarını kullanamadığı için ayaklarıyla fotoğraf çeken ve küçük yaşta konuşma yetisini kaybetmiş olan dahi fotoğrafçı Thomas Dumas, İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla Polonya’dan kaçmak zorunda kalan bir ailenin çocuğudur. İspanyol bir modelin fotoğraflarını çekerken uçurumdan yuvarlanır... Bu ölümün ardından yolları kesişen model Maria ve Thomas Dumas’ın biyografisini yazmakta olan sanat tarihi profesörü Anders, ünlü fotoğrafçının ölümünün sırrının peşine düşerler.
         Paris’ten Münih’e, oradan da İstanbul’a uzanan nefes kesici bir maceraya tanık oluyoruz.
         (Arka kapaktan...)
        
         Altay Öktem’in kalemi sürprizlerle dolu. Daha önce kendisinden O Adam Babamdı isimli kitabını okumuştum ve resmen büyülenmiştim. O yüzden bu kitabı okumayı çok istiyordum.
         KitapThomas Dumas’ın model Maria’nın fotoğrafını çekerken uçurumdan düşmesiyle başlıyor. Sonrasında ise arkadaşı ve aynı zamanda sanat tarihçisi olan Anders’de onun biyografisini yazmak için çalışmalara başlıyor.
         Kitap incecik bir şey ama bence yine çok katmanlı. Tıpkı O Adam Babamdı da olduğu gibi. Paris, Münih sonradan da İstanbul’a kadar uzanıyor. İstanbul kısmı çok ilginç.
         Dediğim gibi Altay Öktem’in kalemi sürprizli. Aslında sen farklı bir kitap okuyacağını düşünüyorsun ama bambaşka bir şey okuyorsun.
         Beni şaşırtan yazarları seviyorum. Diğer kitaplarını da okuyacağım yazarın.

7 Haziran 2018 Perşembe

Kahramanlar


         


         Kahramanlar
         Yaşar Nabi Nayır
         Varlık Yayınları

         Cumhuriyet dönemi kültür, edebiyat ve sanatımıza yayıncılığıyla büyük katkılarda bulunan Yaşar Nabi Nayır, şiir, öykü, roman, tiyatro oyunları ve denemeleriyle, şair-yazar kimliğini de kanıtlamıştır.
         Nayır’ın “Kahramanlar”(1929) ve “Onar Mısra”(1932) adlarını taşıyan şiir kitapları, 1970 yılında “Mesafeler” bölümünü de eklenerek, tek bir ciltte toplanmıştı.
         Şiirlerinde bireyselden evrensele uzanan bir çizgide aşkın izini süren Nayır’ın Kahramanlar adlı bu kitabının yeni basımını sunuyoruz şiirseverlere.
         (Arka kapaktan...)

         Yaşar Nabi Nayır, kitabın önsözünde şiirlerini pek beğenmediğinden bahsetmiş. Ne yalan söyleyeyim ben de pek beğenmedim. Sadece Onar Mısra kısmına biraz ısınabildim.

        

5 Haziran 2018 Salı

İhbar


         


         İhbar
         Erdi Karadeniz
         Tosbağa Kitap
        
         İnsan doğası gereği kötü!
         İnsanın dokunduğu her yer kötü.
         Peki, tüm bu kötülüğü yok etmek, iyiliği ve adaleti sağlamak mümkün mü? Genel olarak kabul görmüş ve iyi olduğu varsayılan mesleklerin, aslında kayıtsız şartsız iyi meslekler olamayacağının altını çizen roman, önemli olan faktörün sadece insan olduğunu anlatıyor. İyi olan ya da kötü olan sadece insandır. Eylemin durumunu insanın tutumu belirliyor genel olarak. Ve kötülüğü yok edebilmek için yapılan her kötülük, yok ettiği kötülüğün yanı sıra iyiliği de yok edebiliyor.
         Bu berbat bir paradokstur!
         İyi olmaya çalışmak bile beraberinde kötülük getiriyor.
         (Arka kapaktan...)

         Bu blogda Erdi’nin diğe kitaplarından da bahsetmiştim. Ama bu kez biraz farklı çünkü bu kez kendi yayınevinden çıktı kitabı. Evet, Tosbağa Kitap’tan.
         Daha önceki kitaplarını da çok sevmiştim ama bu kitap bir başka. Erdi’nin kalemini daha da geliştirdiğini gördüm en başta. Bir de bu bir cinayet ihbarı gerçekten! O yüzden ne söylesem spoiler olacak bu kitap için.
         Lütfen okuyun!


4 Haziran 2018 Pazartesi

Kazı Başkanının Karavanası


         


         Kazı Başkanının Karavanası
         Arkeolojinin Delikanlısından Yemek Tarifleri
         Muhibbe Darga
         Can Yayınları

         “Arkeolojinin Delikanlısı” Muhibbe Darga’dan fevkalade bir “güveç”...
         Bu kitapta yer alan yemek tarifleri kolay elde edilmemiş. Darga’nın bir ömür, kelimenin tam anlamıyla “kazı yaparak” elde ettiği, denediği, ailesine ve dostlarına ikram ettiği, her birine kendi kişiliğinden bir şeyler kattığı yemekler bunlar...
         Kırkmerak dizimizin dokuzuncu kitabı Kazı Başkanının Karavanası, bu diziye ülkemizden bir katkı. Bu çalışma, bir yanıyla özel bir mutfak. Bir yanıyla da bir kültür tarihi. Muhibbe Darga, çalıştığı, başkanlık ettiği pek çok önemli kazıda öğrenci ve işçilerine kendi elleriyle yemekler yapmış. Yakın köylerden tarifler toplamış, bunlara bildiklerini eklemiş. Kitap, yemek tariflerinin yanında bu büyük bilim kadınımızın anılarını da içeriyor. İlk kez yayımlanan “kap kacak” fotoğrafları eşliğinde. Afiyet olsun.
         (Arka kapaktan...)

         Muhibbe Darga’nın daha önce de kitabını okumuştum. Arkeolojinin Delikanlısı isimli söyleşi kitabıydı adı. Yine bu blogda bulabilirsiniz yazısını.
         O kadar mükemmel bir insan ki Muhibbe Darga ve kendini bilime adamış, Anadolu için o kadar çok emek harcamış ki...
         Ama bu kitapta kazılarda karavana için hazırladığı yemeklerin tariflerini vermiş, tabii ki güzel anılarla birlikte. :) Çok güzel tarifler var içinde. Bazılarını ben de denemek istiyorum.
         Bu arada Can Yayınları’nın bu Kırkmerak serisinden Kafka’nın Çorbası isimli bir kitap okumuştum yıllar önce ve onu da çok sevmiştim. Muhibbe Darga’nın bu kitabıyla seriyi yeniden hatırladım ve bu seriyi tamamlamak istiyorum. Güzel kitaplar var çünkü içinde.

3 Haziran 2018 Pazar

Sudan Ucuz Havadan Pahalı


         


         Sudan Ucuz Havadan Pahalı
         Miray Oruç
         Tosbağa Kitap

         Hep başkaları acıtıyor diye canını, kendini sevmeye başladı.
         Kendine sığındı, kendine güvendi.
         Kendini terk edemezdi insan “İyi birisin...” diyerek.
         Oysa...
         İnsanın en iyi dostu olduğu kadar, en zeki düşmanı yine kendiydi...
         Grisine bıraktı siyahıyla beyazının savaşını yazmayı.
         Bitişleri, gidişleri sevmiyordu.
         Gidemedi. Öldürmeyi seçti...
         Çünkü her seçiş, bir vazgeçişti...
         (Arka kapaktan...)

         Bu kitap hakkında oldukça fazla yorum dinledim Youtube’da. O yüzden çok merak ediyordum. Zaman zaman hüzünlü yazılar okusam da genel olarak sevdiğim bir kitap oldu. Özellikle kitaba da ismini veren yazıyı çok sevdim.


2 Haziran 2018 Cumartesi

Zebrail


         


         Zebrail
         Alexandre Jardin
         Çeviren: Tahsin Yücel
         Can Yayınları

         Babam öldüğü gün, gerçek beni çekmez oldu. On beş yaşındaydım, daha yeni yeni toparlanıyordum. Ancak o beni yaşama bağlayabilirdi... Her şeyden çok sevdiğim bu adamla yaşamak bir şenlikti... Ona göre, yaşıyor olmak hiçbir zaman önlemlerle hız kesmeden kendini tümüyle kapıp koyvermekle, kendi gerçeğini haykırmakla eşanlamlıydı; hiçbir zaman isteklerinden korumadı kendini...
         Fanfan adlı romanıyla da tanıdığımız, Fransız edebiyatının parlak yazarı Alexandre Jardin, tümüyle otobiyografik özellikler taşıyan Zebrail’de, kendisi de bir romancı ve usta bir senaryo yazarı olan babası Pascal Jardin’i ve onunla ilişkilerini ince bir duyarlıkla anlatıyor. Ama Zebrail’de, her şeyden önce, baba Jardin’in benzersiz kişiliği büyülüyor bizi. Onun sonsuz sevme gücü, sınırsız içtenliği, yerleşik değerlere meydan okuması, yaşamı tekdüzelikten kurtarıp sürekli bir serüvene dönüştürme tutkusu karşısında şaşırıp kalıyor, dünyaya başka bir gözle bakmaya başlıyoruz.
         (Arka kapaktan...)

         Alexandre Jardin, babası Pascal Jardin’in hikayesini anlatıyor bu kitapta. Zebrail de babanın lakabı. Zebrail değişik bir adam. Kafasında bir şey kurup, kendini ona inandırıp sonra da etrafındakileri de inandırıyor. Biraz deli işi bir kitap yani ve ben deli işi şeyleri çok severim. :))

1 Haziran 2018 Cuma

Altın Köşk Tapınağı


         


         Altın Köşk Tapınağı
         Yukio Mişima
         Çeviren: Ali Volkan Erdemir
         Can Yayınları

         Bu gizemli altın kuş ne gündoğumunda ötüyor ne kanat çırpıyordu, kendinin bir kuş olduğunu unuttuğuna kuşku yoktu. Ancak onun uçmuyor olduğunu düşünmek de yanlıştı aslında. Diğer kuşlar gökyüzünde uçarken bu kırmızı altından Anka kuşu parlayan kanatlarını açmış, sonsuza dek zamanın içinde uçmaktaydı. Zaman onun kanatlarına çarpıyordu. Kanatlarına çarpıp geri süzülüyordu.
         Kekeme olduğu için hayatı boyunca yalnızlık çeken Mizoguçi, babasının ölümünden sonra Altın Tapınak’ın başkeşişine emanet edilir. Tapınağın güzelliğini bir saplantı haline getiren Mizoguçi’nin bu güzelliğe sahip olma tutkusu onu yıkıcı bir yola sürükleyecektir.
         Ali Volkan Erdemir’in güzel çevirisiyle Türkçeye kazandırılan Altın Köşk Tapınağı, 1950’lerde yaşanan gerçek bir olayı konu alıyor. Şiirsel üslubu ve dramatik sahneleriyle dünya edebiyatına damgasını vuran Mişima’nın sık sık ele aldığı şiddet, tutku, din ve tarih gibi konular bu romanda kusursuzca harmanlanıyor.
         (Arka kapaktan)
        
         Liseden beri Japoncaya ilgim var ve o zamandan beri Japon edebiyatından eserler okumaya çalışıyorum. Japon yazarlarda o zamandan beri gözlemlediğim bir şey var: Durgun ama kendi içinde akışkan metinler oluyorlar genelde. O yüzden yine öyle bir kitap okuyacağımı düşünerek başladım Altın Köşk Tapınağı’nı okumaya ve çok da yanılmadığımı gördüm.
         Kanji çalışmalarıma ağırlık verdiğim bu dönemde tapınağın asıl adının Kinkakuji olduğunu öğrenmek de benim için güzel bir anekdot oldu. (Kin karakteri kanjide altın demek, o yüzden adı halk adında Altın Köşk Tapınağı olarak anılmaya başlamış.)
         Kitapta güzellik ile kötülük kavramları karşı karşıya getirilmiş. Mizoguçi de Tsurukava ile iyilik, Kaşigava ile de kötülük sınırlarında dolaşıyor sürekli. Tsurukava’yı yitirdikten sonra ise kötülüğün içinde kaybolup Altın Köşk Tapınağı’nı yok etmeye odaklanıyor. Kitapta en yoğun hissettiğim duygu şiddet oldu.
         Japon Edebiyatı, genelde beni konu ve son olarak şaşırtmayan ama detaylarda büyüleyen bir tür olduğu için sonu beni hiç şaşırtmadı ama hayal kırıklığı da yaratmadı.
         Japoncayı ve Japon Edebyatını sevdiğim için artı bir sempatiyle başladım kitabı okumaya ama çevirmenin çevirisini de başarılı buldum. Kendisi de Japoncacı olduğu için hem onun hem de Yukio Mişima’nın kitaplarının sıkı bir okuru olacağımdır bundan sonra.
         Bu kitap Kitap Ağacı Sabit Fikir Okuma Kulübümüzün kitabıydı bu arada.