31 Ocak 2018 Çarşamba

Ben Ruhi Bey Nasılım


         


         Ben Ruhi Bey Nasılım
         Edip Cansever
         Koza Yayınları
        
         Günümüz Türk şiirinde Edip Cansever’in, “Tragedyalar” ile “Çağrılmayan Yakup” kitaplarının bir uzantısı sayılabilir. Cansever, bu son kitabında da insanın trajik varlığına eğilmiş, saptamanın, sergilemenin de ötesinde, insanın “aşama” gücünü hiçbir durumda yitiremeyeceğini bir daha kanıtlamıştır.
         Ben Ruhi Bey Nasılım, bu yargıyı kanıtlayan bir Edip Cansever şiiridir.
         (Arka kapaktan...)
        
         Bu kitabı ilk okuduğumda 19 yaşındaydım. 27 yaşımın son ayında yeniden okumak istedim. Aynı duyguları hissedecek miyim diye merak ediyordum çünkü.
         Kitabın sonuna geldiğimde bazı şeylerin hiç değişmemiş oluşu hem güzel hem de üzücüydü bence.


30 Ocak 2018 Salı

Anne Frank'ın Hatıra Defteri


         


         Anne Frank'ın Hatıra Defteri
         Anne Frank
         Çevirmen: Hakan Kuyucu
         Epsilon Yayınevi

              Anne Frank, 12 Haziran 1942 ile 1 Ağustos 1944 arasında günlük tutmuştur.
         Mektupları, radyoda sürgün olan Kültür ve Bilim Bakanı Bolkestein’in konuşmanasını dinleyene kadar sadece kendine yazdı. Bolkestein, savaştan sonra Hollanda halkının Almanlardan gördüğü zulme şahitlik eden tüm belgelerin toplanıp yayınlanması gerektiğini söylüyordu. Örnek olarak da günlükleri veriyordu. Bu sözler Anne Frank’ı çok etkiledi ve savaştan sonra bir kitap çıkarmaya karar verdi. Günlükleri bu kitap için temel olacaktı.
         Anne Frank, Berhen Belsen kampında 1945 yılının Mart ayında 15 yaşında öldü. Aileden hayatta kalan tek kişi olan Otto Frank onun günlüğünü yayınladı. Anne Frank’ın Hatıra Defteri o zamandan beri dünyada en çok okunan kitaplardan biri oldu. Otuzun üzerinde dile çevrildi ve 16 milyon adet satıldı.
         Ülkemizde de yayınlandığı ilk yıldan beri aynı ilgiyle okunan, okullarda öğretmenlerin referans kitap olarak tercih ettiği vazgeçilmez kitaplardan biri olan Anne Frank’ın Hatıra Defteri’ni gözden geçirilmiş baskısı ve orijinal dilinden yeni çevirisiyle bir kez daha okuyucularla buluşturmaktan onur duyuyoruz.
         (Arka kapaktan...)

         Anne Frank’ın Hatıra Defteri’ni hep okumayı istiyordum ve en sonunda okudum.
         Bir çocuğun büyümeye başlaması, ergenliği ve tabii ki savaş. Savaşın getirdiği zorunluluklar... Anne’nin 2 sene boyunca yazdığı günlüğü bu. Savaş her zaman çok acıtıcı.

Gündelik Yaşamda Zen



Gündelik Yaşamda Zen
Judith Bossert, Adelheid Meutes
Çevirmen: Seda Toksoy
Okyanus Yayıncılık – Zen Kitaplığı

Günün birinde bir keşiş Zen Ustası Joshu’ya sormuş: “Zen nedir? Lütfen öğret bana.” “Kahvaltı ettin mi?” diye sormuş Joshu. “Evet, Usta.” Demiş keşiş. “Öyleyse” demiş Joshu “git çanağını yıka”. Zen özel bir şey değildir. Zen sizin dininizdir, benim dinimdir. Japonların dinidir. Zen Kızılderililerin, İslam’ın dinidir. Bir felsefedir. Bedenimizdir Zen. Bedenimizin duruşu, bedenimizin çalışmasıdır. Bilgisayarın tuşlarında gezinen parmaklarımızdır Zen. Bisiklete binerkenki ben’dir. Gülüşümüzdür Zen, ağlayışımız, nefretimiz, sevgimiz, yasımızdır. Zen davranışımız ve davranışımızın gözlemidir. Aydır Zen, ağaçtır, güneşin batışıdır. İlkbahar, yaz, güz ve kıştır. Zen, çiçekleri vazoya yerleştiren kadındır. Ustanın çay içişidir. Zen’i öğrenmek istiyorsanız Asya’da uygulanan geleneksel yolları izlemek zorunda değilsiniz. Yürürken, yemek pişirirken, araba ve bilgisayar kullanırken, koşarken, dansederken, tenis ya da futbol oynarken de Zen’i uygulayabilirsiniz. İşte bu kitap da bunun için yazıldı.
(Arka kapaktan...)

Çok uzun zamandır zen, budizm, yoga, sadeleşme gibi konularla ilgili okumalar yapmak istiyordum ama nereden başlayacağımı bilmediğim için sürekli bunu erteliyordum ama en sonunda bir yerden başlamaya karar verdim ve bence doğru kitabı da seçtim.
Gündelik Yaşamda Zen, tam da arka kapak yazısında da olduğu gibi ne yapıyorsanız ya da ne yapmanız gerekiyorsanız onu yapmanız/yapmaya devam etmeniz. Ve en önemlisi de yaptığınız işi gerçekten önemseyerek ve ona odaklanarak yapmanız.
         Gündelik yaşamın karmaşası içinde insan bazen kendinin bile farkına varamıyor ve ben bazen sakinliğe ihtiyaç duyuyorum. Kafamdaki sesleri susturabilmek için de bunu yapmayı öğrenmem gerekiyor bence. Bu yüzden bu tip kitaplar okumaya devam edeceğim.
         Bana vereceğini kitap önerilerine de açığım bir de. :)



29 Ocak 2018 Pazartesi

En Uzak Sahil


         


         En Uzak Sahil
         Ursula K. Le Guin
         Çeviren: Çiğdem Erkal İpek
         Metis Yayınları

         “En Uzak Sahil ölüm hakkında. Onun diğerlerinden daha zayıf kurgulu, daha tutarsız ve eksik olması da bu yüzden. İlk iki kitap yaşadığım ve anlattığım şeyler hakkındaydı. En Uzak Sahil’de konu edilen şeyi ise yaşayıp atlatamazsınız. Bu bana genç okurlar için  çok uygun bir konu gibi gelmişti, çünkü çocuk yalnızca ölüün varolduğunu değil –çocuklar ölümün yoğun bir biçimde farkındadırlar- kendisinin de ölümlü olduğunu, öleceğini anladığı anda, çocukluk biter ve yeni hayat başlar. Bu da büyümedir, ama daha geniş bir bağlamda.” – Ursula K. Le Guin
         (Arka kapaktan...

         Kendimi durduramıyorum. Sürekli bu seriyi okumaya devam etmek istiyorum.
         En Uzak Sahil beni hem çok geren hem de çok korkutan bir kitaptı. Deli gibi bir merakla ama çok da korkarak, kötü bir şey olmasın diye dua ederek okudum. Ursula’nın da dediği gibi bu kitapta çocuk ölüm ile tanışıyor. Tam olarak tanıyor yani artık.
         Seriyi hala çok merak ediyorum. Okumaya devam edeceğim.
        


28 Ocak 2018 Pazar

Yeraltı Demiryolu

         


         Yeraltı Demiryolu
         Colson Whitehead
         Çeviren: Begüm Kovulmaz
         Siren Yayınları
         2017 Pulitzer Ödülü
         2017 Arthur C. Clarke Ödülü
         2016 Amerikan Ulusal Kitap Ödülü
        
         Amerikan edebiyatının en yeni yıldızı Colson Whitehead’den, yayımlanır yayımlanmaz çağdaş klasikler arasında anılan cesur ve sarsıcı bir roman: Yeraltı Demiryolu. Whitehead, Amerika’nın adeta bağırsaklarını deştiği bu romanında “rüya” ülkesinin geçmişine uzanıyor ve okurunu uzun zaman terk etmeyecek ilham verici bir mücadele öyküsü anlatıyor. Dünyada bir başına kalmış bir kadının, Cora’nın dünyaya kafa tutma öyküsü bu; öldürmeyip güçlendiren darbelerin, birer nişan gibi taşınan yara izlerinin ve zamanı gelince ya ödenen ya da ödetilen bedellerin öyküsü. Öyle bir öykü ki çağın karanlığında pırıl pırıl parlıyor ve dört bir yanı saran kötülüğün bataklığında kaybolan ruhlara kuzey yıldızı misali yön gösteriyor.
            Eleştirmenlerden tam not alan, çoksatarlar listesinde aylar boyunca bir numarada kalan ve ödüllere doymayan Yeraltı Demiryolu, Sefiller’den Sevilen’e uzanan bir yelpazede yer alan engin çağrışımlarıyla son yılların en önemli ve en çok ses getiren kitaplarından biri.
            (Arka kapaktan…)

         Bu kitabı #kitapagacisabitfikirkulubu ile birlikte okuduk. Ben ilk defa böyle bir okuma etkinliğine katıldım çünkü normalde asla planlı okumalar yapamam. Ama bu yıl niyetliyim. İnşallah başarırım. Hatta tüm ayların kitaplarını aldım. Evet, her ay belirlenen bir kitap okunacak. Kitabı ay başında okudum ama herhangi bir sosyal medya uygulamasında yorumunu yapmak yasal olduğu için önceden yazısını hazırlayıp ay sonuna programladım. :P
Çok ilginç ve etkileyici bir kitaptı benim için. Köle olarak doğmuş zenci kız Cora’nın özgürlük için verdiği mücadeleyi anlatıyor kitap. Cora çok cesur bir kız. Zencilere yapılanlar her zaman iç acıtıcı olmuştur zaten, tıpkı Kızılderililere yapılanlar gibi. Kitapla birlikte insanın ne kadar da zalim olduğunu bir kez daha anımsıyorsunuz ve kendinizden utanmaya başlıyorsunuz. Yani sırf rengi beyaz değil diye siyahları aşağılayıp, öldürme hakkını kendinden bulabiliyor insan denen yaratık. Halbuki hepsi aynı, hepimiz aynıyız. Hepimiz etten kemikten oluşan varlıklarız. Ama yok, diğeri azıcık farklı görünüyor diye üstün görüyoruz kendimizi.
Beni en çok etkileyen sahneler ise şiddet gösterileriydi. Beyazların siyahlara karşı gösterdiği şiddet gösterileri.
Kitaptan çok fazla etkilenmemin yanı sıra Jack London’ı çok fazla andım. Sanırım kitabın isminden dolayı hep onun kitapları geldi aklıma.
Normalde blogta kitapları numaralandırmıyorum ama kitap kulübü için okuduklarımı numaralandıracağım. Bu kitaba 5/5 veriyorum.


         

19 Ocak 2018 Cuma

Kabuk Adam

         


         Kabuk Adam
         Aslı Erdoğan
         Everest Yayınları
        
         “Lire” dergisi tarafından “Geleceğin  Yazarı” arasında gösterilen Aslı Erdoğan’ın ilk romanı Kabuk Adam, Karayipler’de, şiddetin bataklığında yaşanan korku ve tutku dolu sıradışı bir aşkın, ölümle yaşamın sınırında kurulan mucizevi bir dostluğun hikayesi.
            “Tropiklerde, o gözden ırak adada öğrendim ki, cennetle cehennem iç içedir, ancak bir katil bir peygamber olabilir ve insan bir başkasına, aynı karabüyü ayinlerindeki gibi, dönüşebilir, çünkü insanın tam zıddı gene kendisidir.”
            (Arka kapaktan…)

         Sonunda tanıştık Aslı Erdoğan ile. Çok da araştırmadan ilk kitabı hangisi diye baktım internetten ve ilk romanının Kabuk Adam olduğunu öğrenince hemen buna başladım. Açıkçası yayınlanmış ilk eseri mi bilmiyorum. İnşallah öyledir.
         Kabuk Adam’da bambaşka bir şey okuyacağımı hayal etmiştim. Kitapların arka kapak yazılarını okumam ben. Başından, künyesinden başlar sonuna doğru okumaya devam ederim ve en son arka kapak yazısını okurum. N’apayım benim de okuma tarzım bu. Belki çok doğru değil ama ben böylesini daha çok seviyorum. Önce o kitabın neler anlatabileceği hakkında tahminlerde bulunuyorum, sonra da okumaya başlıyorum.
         İşte bu kitapta da nedense inzivaya çekilmiş bir adamın hikayesini falan okuyacağımı düşünmüştüm ama çok farklı bir hikaye ile karşılaştım. Irkçıların, tutunamayanların, acıların, acı çekenlerin hikayesi var kitapta. Bu ay böyle bir okuma daha yaptım ama henüz yorumunu yayınlamadım. Planladım, ay sonunda yayınlanacak ama güzel bir tesadüf oldu aynı ay içerisinde benzer bir konuda okuma yapmak.
         Açıkçası kitap daha içimde sonlanmadı. Aslı Erdoğan’ın yaşam hikayesi de çok ilginç üstelik. Sanırım buralarda sık sık kitaplarına yer vereceğim artık. Geç tanıştık ama olsun. Geç olsun güç olmasın. Artık benimle.
        


Atuan Mezarları

         

         Atuan Mezarları
         Yerdeniz II
         Ursula K. Le Guin
         Çeviren: Çiğdem Erkal İpek
         Metis Yayınları

            “Atuan Mezarları’nın konusu tek kelimeyle söylemek gerekirse cinselliktir. Kitapta bir sürü simge var, tabii ki yazarken bunları bilinçli bir şekilde çözümlemedim; bu simgelerin hepsi cinsel simgeler olarak okunabilir. Daha açık söylemek gerekirse kitabı bir kadının büyümesi olarak okuyabilirsiniz. Temalar, doğum, yeniden doğum, yıkım ve özgürlük.” – Ursula K. Le Guin
            (Arka kapaktan…)

         Yerdeniz Büyücüsü’nü bitirince büyük bir merakla Atuan Mezarları’na başladım. Bu kitap serinin ikinci kitabı. Fakat ilk kitap büyük bir tempoyla giderken Atuan Mezarları daha ilk sayfadan çok durgun gideceğini açık etti. Durgun da demeyelim de sanki karanlıkta kalmış, soğukmuş gibi bir his sarmıştı içimi.
         İsmiyle ve konusuyla bağlantılıymış diyorum şimdi. Baştan sonra doğru değilde sondan direkt olarak bütüne bakınca güzel bir kitaptı bu da. Büyücü, Atuan Mezarları’nda dolanıyor bu kez desem kesinlikle spoiler olmaz bence çünkü zaten seri Yerdeniz serisi. :) Ama itiraf ediyorum ki hem çok acayip hem de çok ürkünç bir yermiş burası. Bu kitapta daha fazla korktum. İlk kitapta beni korkutan o his/şey bu kitapta daha yoğun ve güçlüydü.

         Açıkçası serinin üçüncü kitabına başlayıp başlamama konusunda kararsızım şu an. Çünkü şubat ayında da Le Guin’den (bu seriye ait olmayan) başka bir okuma daha yapacağım. Birden bire bu kadar çok okursam bu beni yorar mı diye endişeleniyorum. Çünkü şubat ayındaki o okuma katıldığım bir kitap kulübü için olacak. Açıkçası şimdi sıkılıp o zaman zora düşmek de istemiyorum. Kararsızım yani. /

Yerdeniz Büyücüsü

         

         Yerdeniz Büyücüsü
         Yerdeniz I
         Ursula K. Le Guin
         Çeviren: Çiğdem Erkal İpek
         Metis Yayınları

            “Sanırım Yerdeniz Büyücüsü’nün en çocuksu yanı konusu: Büyümek. Büyümek, benim yıllarımı alan bir süreç oldu; bu süreci otuzbir yaşımda tamamladım  -ne kadar tamamlanabilirse; o yüzden de çok önemsiyorum. Çoğu genç de önemser. Ne de olsa esas işleri budur: Büyümek.” – Ursula K. Le Guin
            (Arka kapaktan…)

         Ali bu Yerdeniz serisini okudu. Altı kitaptan oluşan fantastik bir seri bu.
         Ben çok fazla sevmiyorum bilim kurgu ya da fantastik kitaplar okumayı ama yine de merak etmekten de kendimi alamıyorum. Bu seriyi okurken mesela meraktan öldüm diyebilirim. O yüzden başladım ben de artık okumaya.
         Yerdeniz Büyücüsü, Le Guin’in de dediği gibi Büyücü’nün büyüme hikayesini anlatıyor. Büyücü oluşunu ve büyümesini.
         Kitabın başlarında bir olay yaşanıyor ve kitabın sonuna kadar o olay devam ediyor ya da etkileri insanın peşinden gelmeye devam ediyor diyeyim. Benim his ya da görsel olarak korktuğum bazı ögeler vardır. Stephen King’in kitaplarında da zaman zaman yaşarım o duyguyu ve o yüzden de korkarım. Beni huzursuz eder. Bu kitapta da o olay yüzünden biraz korktum. Belki de bilinçaltımda bir yerlere değindi bilemiyorum.
         Aslında kitap bir sonuca bağlanarak bitmiş olsa da seri olduğundan sonrasında ne olacağını merak ediyorum. Çok merak ediyorum.

         

18 Ocak 2018 Perşembe

Çocuksun Sen

         


         Çocuksun Sen
         Ahmet Telli
         Everest Yayınları

                      Aşklar mı diyordun, anladım
            Senin incindiğin benimse
            Yollara düştüğümdür benimse

            Biten bir aşk için
            Söylenecek söz şu olmalı
            Güzeldi yine de
            Hiç kimse bir aşkı
            Onarmaya kalkmasın
            Kaybedilmeye değer
            En güzel anında bitirilmişse eğer
(Arka kapaktan…)


Ahmet Telli okumayı severim. Bu ara genellikle e-kitap okuduğumdan bir de şiir kitabı okuyayım dedim. Severek okuduğum şiirlerdi. Geçen yıl her ay bir şiir kitabı okumaya çalışıyordum. Bu yıl da bunu devam ettirmek istiyorum. Umarım başarılı olabilirim. 

14 Ocak 2018 Pazar

Şeytan İşi

         


         Şeytan İşi
         Hüseyin Rahmi Gürpınar
         Hazırlayan: Kemal Bek
         Atlas Kitabevi
        
         Hüseyin Rahmi Gürpınar, Şeytan İşi romanında yaşlı ve zengin, ama cahil ve aklı kıt bir kadın olan Hayriye Hanım’ın, bir şaka dolayısıyla başına gelenleri, bilinen gülmeceli anlatımla öykülüyor. Birbirleriyle cilveleşen kedilerin rahatsız edici miyavlamalarıyla başlayan, Hayriye Hanım’ın tımarhaneye düşmesiyle acıklı bir sona ulaşan bu romanda, yazar, zamanın İstanbul yaşamından doğalcı sahneleri, etkileyici bir dille betimlemektedir. Her zamanki toplumsal eleştirisi, en azından gülümseten gülmecesi ve yürek sızlatan dramıyla…
         (Arka kapaktan...)

         Kitabın arka kapak yazısında her şey anlatılmış zaten. :) Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın bulabildiğim tüm kitaplarını okumaya karar verdim bu yıl. Neden böyle bir karar aldım bilmiyorum ama bir hışımla bu kitaptan başladım okumaya. Elimdeki tüm kitaplar e-kitap olarak mevcut olduğundan tabletimden okuyorum. E-kitap olunca sanki daha hızlı okuyabiliyorum.
         Bu tip öyküler okumayı severim, hatta ben biraz tiyatro oyunu tadı alıyorum böyle hikayelerden ama oyunu var mıdır hiç bilmiyorum.

Not: Okuduğum e-kitabın kapağı buydu ama bir türlü bulamadım resmini. Nadir Kitap'ta vardı bir tek.
        


12 Ocak 2018 Cuma

Kızıla Boyalı Saçlar

         


         Kızıla Boyalı Saçlar
         Kostas Mourselas
         Çeviren: Kosta Sarıoğlu
         Kırmızıkedi Yayınevi

         “Taksitle kitap sattığı bir kız vardı. Ona ha bire kitap götürüyordu ama o hiç ödeme yapmıyordu. Bir sabah Aleka’nın, yirmi bin drahmiden fazla tutan kitap alışverişi yaptığının farkına vardığında durumun ciddiyetini anladı. “Aleka neler oluyor? Babana birkaç kuruş vermesini söylesene,” dedi. “Benimle evlen, ödeşelim. İster misin?” dedi Aleka da. Bu dünyada her şeyi doğal karşılayan Luis kabul etti. “İsterim,” dedi.”
            14 yıl önce Türkçede ilk yayımlandığında kısa sürede en çok okunan kitapların başına yerleşen, yine kısa sürede 100.000’den fazla okura ulaşan Kızıla Boyalı Saçlar’ın sıra dışı kahramanı Luis, kendini özgürlüğe adamış, bir insana, bir işe, bir yere kesinlikle bağlı kalmak istemeyen, kafasına eseni yapan, hayallerinin peşinden koşan sevimli bir serseri.
            Zorbalar, serseriler, fahişeler, genelevler, kenar mahalleler, gecekondular, erkek delisi kadınlar, kadın delisi erkekler, üçkağıtçılar, küçük burjuvalar, eski solcular, dolandırıcılar bu kitabın dokusunu oluşturuyor. Bu dönemin ve insanlarının resmini çizen Kızıla Boyalı Saçlar, okuru kışkırtıyor, gözlerini gerçek hayata, hayatın gerçeklerine çevirmesini sağlıyor. Yalın ve mizah dolu bir anlatım; egemen sisteme ve sistemin savunucularına, benimseyenlerine karşı gözü pek, alaycı, sert bir eleştiri.
            Yazarın tanımıyla “Kızıla Boyalı Saçlar insan özgürlüğüne yazılmış bir övgü.” Her birimiz içimizden Luis gibi olmayı biraz arzular, ama onun gibilere imrenmekle, öykünmekle kalmaz mıyız?
            (Arka kapaktan…)

         2017’de almıştım bu kitabı. Yani uzun zamandır kitaplıkta beklemiyordu. Yılın son zamanlarında hedefimi tamamlayabilmek için beni yormayacak kitaplar seçtim, itiraf ediyorum. Ama Aralık ayının son günlerinde bu kitaba başladım ama zaten hedefimi tamamladığımdan hem de Luis’ın hızından başım döndüğümden yavaş yavaş okumak istedim.
         Luis değişik bir karakter. Yanar döner bir adam ama ne olursa olsun özgürlüğünden ödün vermiyor. Bu arada Luis ve arkadaşlarının kadınlarla olan ilişkilerini okurken baygınlık geçirmek seviyesine gelmiş olabilirim. Bu kadar hovarda bir takım daha olabilir mi yahu! Neyse çok fazla konuşup da kitabı anlatacak değilim.
         Açıkçası kitabın son 100 sayfasına kadar ismiyle bağlantısını bir türlü kuramadım. Sonunda anlıyorsunuz tabii neden bu adı aldığını ama öyle aman Allah’ım bu kitap hayatımın anlamını bulmamı sağladı derecesinde bir kitap değildi benim için. Sadece diğer ülkelerin siyasi tarihlerini bilmediğimden Yunanistan’ın siyasi tarihinden de bihabermişim. Bu kitabı okurken yine bu konu üzerine okumalar yapmam gerektiğini bir kez daha anlamış oldum. Bu arada onlar da ne kadar zorlanmışlar.

         İnsan ne değişik bir yaratık. 

8 Ocak 2018 Pazartesi

Bir Beyoğlu Düşü

         


         Bir Beyoğlu Düşü
         Demir Özlü
         Türkiye İş Bankası Kültü Yayınları
        
         Başımdan bütün bu tuhaf olayların geçtiği gençlik yıllarından bu yana, denizleri çeşitli yönle açılan, yumuşak tepeleriyle bütün o Boğaz’la Haliç çevresine uzanan, gizemli İstanbul kentinde hiçbir yer beni Tünel Alanı kadar ilgilendirmemiştir.
            …
            Şimdi rutubetli sokaklarıyla o gizemli mahalleden uzaktayım. Hepsi, bütün yaşadıklarım da, baskı altında geçmiş gençliğimin o büyüleyici yanılsamaları da geride kaldı. Bir sanrı, bir sanrıdan başka bir şey değiller artık. Geceleri, kentin boğucu gökyüzünü saran deyimlendirilemez bir hayalet. Ardımı bırakmayan hayaleti, bir giysi gibi çıkarıp atmam gerekiyordu üstümden.
            (Arka kapaktan)

         Bu küçücük kitaptan oldukça etkilendiğimi itiraf etmeliyim. Beyoğlu ve Tünel Alanı dolaylarında geçen anlatısı özlemimi katlamakla kalmadı anlattıklarını izliyormuşum gibi de hissettim Özlü’nün.
         Bu arada kendisi Bunalım Edebiyatının öncülerindenmiş ki bu yönden ilgimi çekti. Ama bir önemli detay daha var ki kendisi Tezer Özlü’nün de abisiymiş. Bu da ilgimin ona yönelmesinin ikinci sebebi. Başka kitaplarını da okumak istiyorum.
         Bir de bu kitap sanırım YKY tarafından yeniden basılmış ama başka yazılar da eklenmiş sanırım o versiyona. İnternette aratınca genelde o çıkıyor. İsmi: Bir Beyoğlu Düşü-Berlin’de Sanrı Kanallar. Ama ben İş Bankası’ndan çıkanı okudum.

         

Pazartesi Düğünümüz Var

         


         Pazartesi Düğünümüz Var
         The Weekday Brides #2
         Catherine Bybee
         Çeviren: Gülfem Çırak
         Novella Yayınları

         Carter Billings
            Carter Billings, sarı saçları ve istediği her kadını elde edebilecek yakışıklılığıyla tam da Hollywood’a layıktır, fakat o Kaliforniya eyaleti valiliğine adaylığını koymuştur. Ve artık bir yuva kurup çocuklarının babası olması gerektiğini anlamıştır. Gizliden gizliye hoşlandığı Eliza Havens, heyecanı ve tutkusuyla tam da onun istediği eştir, ama Eliza onunla evlenmek isteyecek son kadındır. Hatta Carter’la aynı odada olmaya bile katlanamıyordur.
            Eliza Havens
            Arzularına teslim olmaktansa Carter’ı kendisinden uzaklaştırmak Eliza için daha kolaydır. Hayatını, Samantha’nın çöpçatanlık şirketinden kazanan Eliza kesinlikle ama kesinlikle evlenmek istemiyordur. Ayrıca geçmişine dair sırları hayatına birini sokmasını engelleyecek kadar tehlikelidir. Carter ikisinin sorunları için de hızlı çözümler bulmuştur, fakat ona evet demek, âşık olmaya başladığı adamı tehlikeye atmak demektir.
            Carter ve Eliza şimdi her şeye rağmen bir karar vermelidir, çünkü bilirsiniz aşkın olduğu yerde tehlike ve sır diye bir şey yoktur.
            “Catherine Bybee’yi henüz en sevdiğiniz yazarlar listenize eklemediyseniz, bu kitabı okuduktan sonra kendinizi bunu yapmaya zorunlu hissedeceksiniz. Bu hiç kimsenin kaçırmaması gereken bir kitap, çünkü kesinlikle mükemmel.” – Booked Up Reviews-
            “Catherine Bybee iyiyle kötü arasındaki dengeyi kurmada tam bir usta. Okuyucuyu, kitaplarındaki büyülü dünyanın içine büyük bir hızla çekiyor.” –Reading Between the Wines-
            Pazartesi Düğünümüz Var çok hızlı okunan bir kitap. Bir kerelime aldım ve bırakmam mümkün olmadı.”-The Romance Studio-
            (Arka kapaktan)

         Böyle kitapları neden okuyorum hiç bilmiyorum. Üstelik kitabın sonunda bir serinin ikinci kitabı olduğunu fark ettim. Ama bu konuya sonra geleceğim.
         Çok tahmin edilebilir ve durağan bir kitaptı bence. Hızlı okunması sebebiyle okumayı yarım bırakmak istemedim. Kitap bende e-kitap olarak bulunduğundan çok da acımadım yiten zamana. Açıkçası para verip alsaydım üzülürdüm. Size çok da bir şey katmayacak bir kitap bana göre. Okuyorum sonra da pişman oluyorum işte böyle.
         Bu kitap The Weekday Brides serisinin ikinci kitabıymış ama bence birinci kitabı okumaya hiç gerek yok. Birinci kitapta da bu kitapta geçen başka bir çiftin hikâyesi var ve zaten bu kitabın içinde de on kere hikayelerinden bahsetti. Yani insan aptal değilse anlar neler olduğunu.
         Aman zaman kaybı yahu!
        


3 Ocak 2018 Çarşamba

Hayatı Sadeleştirmek İçin Derle, Topla, Rahatla

         


         Hayatı Sadeleştirmek İçin Derle, Topla, Rahatla
         Marie Kondo
         Çeviren: Melis Zeren
         Epsilon Yayınevi
        
         Hangimiz dağınık değiliz ki? Evimiz, işyerimiz, hayatımız… Peki derli toplu olmak bu kadar mı zor? Saatleri ayırarak topladığınız her yer kısa sürede yine mi dağılıyor? Belki de şimdiye kadar yanlış yöntemleri uyguladınız.
            Japon temizlik ve organizasyon uzmanı Marie Kondo, “derleyip toplama” konusunda size yardımcı olmaya hazır. Üstelik kalıcı sonuçlar elde edeceğinizin garantisini veriyor. Marie Kondo, bu kitapta anlattığı yöntemler ve paylaştığı sırlarla sayısını kendisinin bile hatırlamadığı müşterilerinin hayatını değiştirdi. Şimdi sıra okuyucularda!
            Bir balıkçı yaka siyah kazağı diğerinden nasıl ayırt edeceğinizi bilmek, çorapları doğru şekilde katlamak, saklama kutularını en etkili şekilde kullanmak… hayatınızda mucizeler yaratabilir. Hele fazlalıklardan kurtulmak… Kendinizi eskisinden çok daha huzurlu, mutlu ve enerjik hissetmenizi sağlayabilir. Denemeye başlayın… Hemen, şimdi!
            (Arka kapaktan…)

         Bu kitabı okumayı çok istiyordum. 2018’e nasipmiş.
         Açıkçası Marie Kondo’nun anlattığı çoğu şeyi mantıklı buldum ama bazı konular bana aşırı gibi geldi.
         Ben zaten üniversite birinci sınıftan beri daha az almaya çalışıyorum. Kendime belirli kotalar koyup aşmamaya çalışıyorum. Atmaktan önce almamak lazım bence.
         Her şeyi atmak bana çok mantıklı gelmiyor. Gerçi böyle diyerek ben de Marie Kondo’nun müşterileri gibi konuşmuş oluyorum ama kitapta sürekli direkt olarak atmaktan bahsedince ben bundan biraz rahatsız oldum. Atmak yerine dönüştürmek ya da ihtiyacı olan birilerine ulaştırmak ya da hiç olmadı satmak bana daha mantıklı geliyor. Belki kadının atmaktan kastı tam olarak çöpe atmak değildir, bilemiyorum gerçi. Ama beni burası rahatsız etti işte.
         Sonra kitaplar var. Benim asla ama asla uygulayamayacağım nokta burası zaten. Yoksa tüm o maddeleri yerine getiririm ki bir süredir ev için bu süreçten geçiyorum ama yavaş yavaş. Ama kitaplar… Kitaplar benim zayıf noktam. Aslında her kitabı satın almayıp kütüphaneden ödünç alıp okuyunca geri vermek de çok mantıklı. Ki ben yıllarca böyle okudum. Ta ki üniversiteye başlayıncaya kadar. Balıkesir’deyken kütüphane üyeliğim vardı. Ama Kuşadası’nda kütüphaneyi keşfedip üye oluncaya kadar yıllar geçti ve mezun oldum. Bir gün bir çocuğum olursa ona güzel bir kütüphane bırakmak istiyorum mesela ben. Gerçi ben en güzel kitaplarımı lise zamanında okudum ve onları hep kütüphaneden aldığım için hiçbiri elimde yok ama yavaş yavaş tamamlayacağımdır. Onun haricinde mesleki kitaplarım falan da çok önemli benim için.
         Ben sadeleşemeyeceğim galiba. :)