29 Ekim 2012 Pazartesi

Kalabalıklar


         
        
         Herkesin harcı değil insan yığınlarıyla yıkanıp, yunmak, kalabalığın tadına varabilmek. Ayrı bir sanattır o. İnsanoğullarının hesabına bir dirim sofrası donatmak, anca beşikte içlerine bir melek tarafından maske takıp tebdil gezme hevesi, evden barktan tiksinti, bir yolculuk ateşi üflenmiş kimselere vergidir.
         Çoklukta yalnızlık, döllü döşlü, harlı bir ozan için birbirinin yerini tutabilen eş deyimlerdir. Yalnızlığını şeneltemeyen kişi, hiç iş-üstü bir kalabalığın ortasında yalnız kalmak nedir bilebilir mi?
         Mesrebince hem kendi hem başka olabilmektir ozanın başkalığı. O, kendine bir ten arayan başı-boş ruhlar gibi aklına esti mi istediği kimsenin kişiliğine bürünebilendir. Bir onun için ardına kadar açıktır her şey. Önünde kapalı gibi duran kapılar varsa hor görüp yanaşmadığı içindir bu.
         O düşünceli, yapayalnız gezgin, bu evrensel kaynaşmadan bir acayip esrüklüğe varır. Kalabalıkla sarmaş dolaş oluveren ozan, kasalar gibi kapalı benciller, istiridyeler gibi, kabuk bağlamış tembellerden oldum olası uzak, hep görevliklere karşı çıkar, rast geldiği her uğraşı, her kederi, her sevinci benimser, basar bağrına.
         Bu tarife sığmaz cümbüş, bu her önüne çıkanın, her önüne gelenin kucağına, hayır adına, şiir adına atılıveren ruhun bu mübarek orospu hali yanında insanların aşk dediği nesne ne dar ne ufak ne püften şeydir.
         Aradabir bu dünyanın mutlu kişilerine, aptalca gururlarını bir an kırmak için bile olsa anlatılmalı ki, onlarınkinden çok daha üstün, çok daha genişi çok daha seçkin mutluluklar vardır. Kolonileri kuranlar, gezici papazlar, o dünyanın bir ucuna sürülmüş misyonerler bu sırlı esrüklüklerden bir şeyler bilirler elbet; dudaklarının kurduğu o koskoca çevre içinde zaman zaman onların kötü talihlerinden dem vurmaya, yaşadıkları arık hayatı yermeye kalkanlara bıyık altından gülmüş olmalılar.

Charles Baudelaire
Çeviren: Can YÜCEL
İçe Kapanış kitabından, sayfa: 59 - 60
         

28 Ekim 2012 Pazar

Yabancı


-          En çok kimi seviyorsun garip yabancı? Babanı mı, anneni mi, kardeşlerini mi?
-          Ne babam, ne annem, ne de kardeşlerim var.
-          Vatanını mı?
-          Nerede olduğunu bile bilmiyorum!
-          Yoksa parayı mı?
-          Nefret ederim ondan.
-          O halde neyi seversin esrarlı yabancı?
-          Bulutları severim. Karşıdan gelen ve karşılara giden bulutları.

Charles Baudelaire
Çeviren: Ayhan HÜNALP
İçe Kapanış kitabından, sayfa: 58

27 Ekim 2012 Cumartesi

İçe Kapanış


         Derdim, yeter, sakin ol, dinlen biraz artık;
         Akşam olsa diyordun; işte oldu akşam,
         Siyah örtülere sardı şehri karanlık;
         Kimine huzur iner gökten, kimine gam.

         Bırak, şehrin iğrenç kalabalığı gitsin,
         Yesin kamçısını hazzın sefil cümbüşte
         Toplasın acı meyvesini nedametin
         Sen gel, derdim, ver elini bana, gel şöyle.

         Bak göğün balkonlarından geçmiş seneler
         Eski zaman esvaplariyle eğilmişler;
         Hüzün yükseliyor, güler yüzle, sulardan.
        
         Seyret bir kemerde yorgun ölen güneşi
         Ve uzun bir kefen gibi doğuyu saran
         Geceyi dinle, yürüyen tatlı geceyi.

         Charles Baudelaire
         Çeviren: Sabahattin EYÜBOĞLU
         İçe Kapanış kitabından, sayfa: 14 - 15

26 Ekim 2012 Cuma

İçe Kapanış














         İçe Kapanış
         Charles Baudelaire
         Ataç Kitabevi

          Baudelaire’in kurduğu şiir üzerinde en gerçek yargıyı gene Baudelaire’in şiirleri veriyor. Les fleurs du Mal yayınlandıktan sonra, geçen yüzden fazla yılın alıp götürmelerinin uzağında kalan bu kitap, o nesilden-nesile, dilden-dile etkisini, havasını, canlılığını sürdüren şiirlerle zaman aşımına uğramaz niteliğinden bir şey kaybetmiyor.
         Bu kitaptaki şiirleri çevirenlerin Sabahattin Eyüboğlu, Suut Kemal Yetkin, Cahit Sıtkı Tarancı, Orhan Veli, Sabri Esat, Ahmet Muhib, Sait Maden, Sabahattin Teoman, Can Yücel, Ferid Edgü olması şiirlerin dilimizdeki değeri hakkında bir fikir vermiyor mu?
         (Arka kapaktan)

         İçinde otuza yakın şiir bulunan bu küçük kitabın aslında başı çok kalabalık. Baudelaire sever misiniz bilemiyorum ama çoğu şairimizi hatta yazarımızı derinden etkileyen bu şairi ben es geçemiyorum doğrusu. Çoğu bildiğim, daha önce okuduğum şiirlerdi. Yeniden okumak iyi geldi doğrusu.
         Diğer postlarımda sevdiğim birkaç parçayı da paylaşacağım.

25 Ekim 2012 Perşembe

Duvar




        Duvar
         Jean Paul Sartre
Ataç Kitabevi

21 Haziran 1905 yılında Paris’te doğdu.
1907: Babasının ölümü.
Bu ölümden sonra, IV. Henri Lisesi’nde ilk öğrenimini yaptı.
1916: Annesi yeniden evlendi.
1917 -  19: Rochelle Lisesi.
1924 – 28: Ecole Normale yılları.
1929: Bitirme.
Ekim 1929 – Ocak 1931: Tours’da askerlik.
Şubat 1931: Havre’da felsefe öğretmeni.
1931 – 32 – 33: Havre.
1933 – 34: Berlin’de, pansiyoner.
1934 – 35 – 36: Havre.
1936 -  37: Lion. Haziran’da, Duvar (öyküler) ın çıkışı.
1937 – 38 – 39: Pasteur Lisesi. Bulantı’nın çıkışı. (1938)
21 Haziran 1940: Padoux’da tutuklu.
1 Nisan 1941: Kurtuluş.
1941: Pasteur Lisesi.
1942 – 43 – 44: Condorcet Lisesi. 1943: Sinekler.
1945: Gazeteci olarak, Amerika’ya yolculuk.
1946 ve sonrası: Bir yığın yolculuk: Amerika, Afrika, İzlanda, İskandinavya, Rusya, v.b…
(Arka kapaktan)

Jean Paul Sartre’yle ilk tanışmam lise yıllarımın başlarına denk gelir. O zaman kitaplarından birini değil de hayat hikâyesini okumuştum bir kitaptan. O günden sonra da izini sürmeye başladım.


Duvar isimli bu öykü kitabı kütüphanemdeki çoğu kitap gibi hediye geldi bana. Oldukça eski bir kitap. Fotoğrafta da gördüğünüz gibi ikinci baskı. İlk baskısı 1959 yılında yapılmış olup ikinci baskısı da 1964 yılında yapılmış. Eski olduğu için dikkatli okumak gerekiyor biraz zira yaprakları kopmaya çok müsait.
80 sayfalık bu küçük kitabı çok severek okudum. İçinde üç adet öykü var. Duvar, Oda ve Erostrate.
Her Sartre kitabı gibi güzel ve okunabilir bir kitap bence. Öykülerden bahsetmek istemiyorum zaten kısa öyküler olduğu için.
Ama son hikâye, Erostrate’de Efes tapınağını yakan Erostrate’den bahsediliyor. Ki hikâye de adını ondan almış zaten. Bu benim için güzel bir tesadüftü turizmci olduğumdan.

2 Ekim 2012 Salı

Mahur Beste



Mahur Beste
Ahmet Hamdi Tanpınar
Dergâh Yayınları
Kapak Düzeni: Bülent Erkmen

Mahur Beste’de Tanpınar’ın Huzur ve Sahnenin Dışındakiler adlı romanlarında önemli bir motif olan “Mahur Beste” teması önemli bir tutar. Mahur Beste, acı bir aşk hikâyesinin klasik musiki kalıplarıyla soyutlanmasıdır. Tanpınar, klâsik Türk musikisini medeniyetimizin özlü bir yansıması olarak kabul eder. Mahur Beste’de Tanpınar’ın diğer eserlerinde de görülen medeniyet meselesi büyük bir ağırlıkla ele alınır. Mahur Beste, Tanzimat sonrasında toplum hayatımızın her yönüne yansıyan değişim ve başkalaşımın yansıtıldığı ve her fırsatta tartışıldığı bir roman özelliğindedir.
(Arka Kapaktan)

Mahur Beste, Huzur’dan sonra Ahmet Hamdi Tanpınar’ın okuduğum ikinci kitabı. Huzur, Mahur Beste, Sahnenin Dışındakiler ve Saatleri Ayarlama Enstitüsü aynı noktadan çıkıp da gittikçe genişlemiş kitaplar olduğu için hepsini okumak gibi bir hedefim var.
Huzur’da Mahur Beste’den çok bahsediliyordu. O yüzden bu kitabı çok merak ediyordum.
Bu kitapta ise Mahur Beste’yle birlikte Behçet Bey’in hayatı ve çevresi üzerinde durulmuş. Hatta Mahur Beste’nin önüne geçmiş bile diyebiliriz. Kitabı sevdim aslında ama yine bir eksiklik var gibi. Diğer kitapları da okuduktan sonra bakalım bu eksiklik gidecek mi benden?! Çünkü Tanpınar, Mahur Beste’nin hikâyesini dinlerken adeta bahsedilen insanların hayatlarının içine girdiğinden ve onlarla birlikte yaşamaya başladığından bahseder. Bu yüzden de ana şahıslar, çevrelerindeki şahıslar ve onların çevrelerindeki gölgeler de var kitapta, hatta daha önce okuduğum Huzur’da da. Bakalım Sahnenin Dışındakiler ve Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nü ne zaman elime geçirebileceğim?!

Huzur’un yazısına ulaşmak isterseniz: Tık tık.