31 Temmuz 2018 Salı

Yüzleşi


Yüzleşi

Mehmed Arif

Ferfir Yayınları

 

Hani çobanıydım

Simsiyah saçlarının

Hani umursamazdık ya

Ellerimizden kayarken hayat

Bana mısın demezdik

Papatya tarlalarını yalayan rüzgara inat

Bir anlık hevesti kursağımızda zaman

Kırlaşan saçlarımız kaldı geriye bizden

Bir de kırışık çehremiz

Geçerken serden güzelliğimiz

Neler kaçırmışız meğer habersiz

(Arka kapaktan)

 

Güzel bir kitap Yüzleşi. 

 

30 Temmuz 2018 Pazartesi

Saygılı Yosma

 


Saygılı Yosma

Jean Paul Sartre

Selahattin Demirkan

Artun Tiyatro Yayınları

 

Beyazların zencilere zulmetmediği bir dünya hayal ediyorum.

 


29 Temmuz 2018 Pazar

Kabuk

 


Kabuk

Zeynep Kaçar

Sel Yayıncılık

 

Bir ailenin tarihini, deliliğini, derinliğini, karanlığını, neşesini, acayipliğini kumaşlar ve yiyeceklerle çevrelenen üç kadının gözünden anlatıyor Zeynep Kaçar Kabuk’ta. Kendini gerçekleştirme çabası içindeki üç kuşağın hayatın gelip dayattıkları karşısında başkalaşması, kabuk değiştirmesi, kabuğuna sığamadıkça çaresizleşmesi, çaresizleştikçe gerçeklikten uzaklaşması sarmalını incelikle örüyor. Her bir birey için savaş alanına dönüşen ailenin aynı zamanda bütün yaraları iyileştirmedeki mucizevi mahirliğini de sakınmasızca ele alıyor.

Tutmaya çalıştıkça ellerinden kayan hayatlarının peşinde çözümü delirmekte bulanların hem kanatan, hem sağaltan ama hep güç veren hikayesi…

“Bense sürekli değişmek, savaşmak, kendimle dalaşıp uğraşıp hep bir mantıklı yol bulmak zorundayım. Olağan güzel, olağan iyi, olağan makul değilim çünkü. Neyim varsa olağandan epey uzak. Sürekli kendimi akla yola uydurma çabası.”

(Arka kapaktan)

 

Zeynep Kaçar’ın hep tiyatrocu kimliğiyle biliyordum ama yazar kimliğinden hiç haberdar değildi açıkçası. Kitabı elime alınca öğrendim bu bilgiyi. 😊

Kabuk, geçen yıldan beri merak ettiğim bir kitaptı ama bu aya gelinceye kadar okumamak için çok savaş verdim kendimle. 😊

Kitabın başlarında birçok arkadaşım gibi ben de kim kimdir bocalamasını yaşadım. Birazcık kişiler yerine oturmaya başladıktan sonra aklım hep Efsun’daydı. Bir tek onunla ilgili taşlar yerine oturmuyordu. Aslında bir tahminim vardı ama sabırlı davranıp okumak istedim. Ama kitabın tümü boyunca onun peşindeydim.

Kitaba başlamadan önce uzun uzun kapak resmini incelemiştim. Matruşka, hep kadının içindeki katmanlarla ilişkilendirdiğim bir figür olmuştur zaten hayatım boyunca. Bence kitaba daha çok uyan bir kapak yazısı daha olamazdı.

Üç nesilden üç kadının hayat hikayesi çok tandıktı bana göre. İçinde olduğumuz, belki de birçoğumuzun yaşadığı o delilik halini çok iyi anlatıyordu bu üç kadın.

Okurken hep Sabiha olmak nasıl olur, ya Sezin, peki ya Füsun olsaydım diye okudum ben. Çok fazla içselleştirdiğim ve etkilendiğim bir kitap oldu. Ve evet Efsun konusundaki tahminim doğru çıktı ama hikayesine üzüldüm. Vazgeçtiğine üzüldüm en çok da.

 


26 Temmuz 2018 Perşembe

Başbakan'ın Krallığı


Başbakan’ın Krallığı

Süreyyya Evren

Alakarga Yayınları

 

Sürayyya Evren’in ele avuca sığmaz novellası Başbakan’ın Krallığı, bir grup genç yazarın başından geçen hiciv dolu bir hikayeyi anlatıyor. Öyküyü Cem, yeni bir kitabı için bir türlü yayıncı bulamamaktadır. Yazar arkadaşları, bu sorunu aşmak için bir araya gelir ve bir plan yaparlar. Planlarına göre, kitabı yayınlatmak için başvuracakları en garanti yetke, başbakanın bizzat kendisidir. Bu noktadan sonra tam bir kara komedi başlar. Öykü kitabının yayımı için başbakan, genç yazarlardan akla hayale sığmaz bir istekte bulunur.

Süreyyya Evren, politik ince alayla dolu bu kısa romanında, zamanımızın politikacısına, aydınına, gazetecisine hiciv oklarını yöneltiyor. Okumaya doyamayacağınız, kısalığına hayıflanacağınız bir kitap…

(Arka kapaktan)

 

 

Yine her kitabı aynı anda okumak isteyip ama bir yandan da hiçbirini bitiremediğim saçma bir dönemin içindeyim. Hem okumak isteyip hem de okuyamıyorum. İşte o arada bu kitabı bitirdim neyseki. Son bitirdiğim de bu oldu ama sanırım bu ay başka kitap bitmeyecek. (Ve aslında odaklandığım başka bir şey var, kafam ondan dağılıyor aslında.) Neyse…

Kitaba gelecek olursak, yazdığı öykü kitabına bir türlü yayıncı bulamayan Cem, arkadaşlarıyla konuşurken Başbakan’a ulaşmaya karar veriyor. Ona ulaşabilmek için türlü planlar yapıyorlar birlikte. Ulaştıktan sonra da olaylar katlanarak ilerliyor.

Bence o krallığın bugünkü krallıkla hiçbir farkı yok ne yazık ki.

Güzel ve akıcı bir kitaptı. Severek okudum. 

 

Öpücük

 

Öpücük

Lana Citron

Çeviren: Nefise Kahraman

Alakarga Yayınları

 

Öpücüğün serüveni hepimizi çeşitli yollarla içine dahil etmiştir. Hayatımızı güzelleştiren veya cehenneme çeviren bu küçücük dokunuşun nerelere kadar sızdığını tahmin edebilir misiniz? Dudaklarla başlayan bu ilginç eylemin tarihine götürüyor Lana Citron sizi. İlginç öpücük hikayeleriyle dolu bir dizi gerçeği ve rakamı bir arada barındıran bu kitap, öpücüğün etimolojisinden anatomisine, kültürler arasındaki çeşitliliğinden, sinema, edebiyat ve müzikteki yerine kadar geniş bir alanı kapsıyor. Öpücüğü odak alarak ilerleyen metin onun üzerinden tarihe de ayna tutuyor. Akıcı dili ve sade anlatımıyla öpücüğe dair keyifli bir okuma sunuyor. Öpücüğün sesi, şaşırtacak, gülümsetecek ve öğretecek…

(Arka kapaktan)

 

Açıkçası bu kitabı bir roman sanıyordum ama meğer bir inceleme kitabıymış. Neyi inceliyor derseniz öpücük ve öpücüğün tarihini inceliyor. :) Benim arka kapak okuyarak kitap alma huyum pek olmadığı için Alakarga Yayınları’ndan kitap alırken öylesine atmıştım sepete. Kitabı okumaya başladığımda da baştan sona doğru gidip en son arka kapağı okuduğumdan (yayınevi-künye sayfa falan, kitabın kendisi, arka kapak :D ) (n’apalım ben de böyle bir psikopatım) çok sonra farkına vardım kitabın ama bence eğlenceli bir kitaptı. İçinde ilginç bilgiler de var. Şu an İzmir’de gökyüzü gümbürdüyor da olsa ben okurken hava çok sıcaktı ve o sıcaklarda ben çok eğlenerek okudum bu kitabı.

Bir İmparatorluğun Yağması - Balkan Bozgunu ve I. Dünya Harbi


Bir İmparatorluğun Yağması – Balkan Bozgunu ve I. Dünya Harbi

İlhan Bardakçı


Bu kitap; acı, buruk ve sahifeler çevrildikçe okuyucuyu adeta hafakanların bastığı, ısırıcı bir serencamı dile getirir. Bütün gücünü yitiren, milli birliğini yabancı devletlerin insaf bilmeyen iştahlarına terkeden son Türk imparatorluğunun, nasıl yağma edilip parçalandığı anlatılır.

Bu kitapta, şahsiyetini kaybetmiş bir devletin yabancılara nasıl av olduğunu anlatmak istedim. İnanıyorum ki, Balkan ve daha sonra Birinci Dünya Savaşı sırasında Rumeli’de, Sarıkamış’ta, Galiçya’da ve Sina çöllerinin kumlarında harcadığımız yüzbinlerce Mehmedimizin bu yazıların yansıttığı olaylardan ders alınmasını istemelerinde mutlaka hakları vardır.

(Arka kapaktan)

 

Bir imparatorluğun hem Balkan Savaşı’nda hem de I. Dünya Savaşı’nda nasıl yağma edildiğini anlatıyor bu kitap. Daha çok iç ve dış medyada yayınlanmış haberler, tüm bu zamanlarda büyük rol oynamış kişilerin yazışmaları ve hatıratları üzerinden ilerliyor.

Bu kitap ile ilgili tek söyleyebileceğim şey; o gün de bugün de değişmeyen tek şeyin ülkenin, askerlerin hep ülke ileri gelenlerinin elinde oyuncak olduğu ve sırf kendi çıkarları için alınıp satıldığı. Maalesef tarih tekerrür ediyor hep. 

 

18 Temmuz 2018 Çarşamba

Cyrano de Bergerac


Cyrano de Bergerac

İnstagram’a “18 miydim yoksa 19 mu bu kitabı ilk okuduğumda? Aslında her bir cümlesini hatırlıyorum hala ama geçen gece birden aklıma düştü işte. Yeniden okumak istedim. Bitirdikten sonra da yine Rüştü Asyalı’nın sesinden dinleyeceğim. Tıpkı o yaşımda yaptığım gibi.” yazmışım bu kitap için. Daha önce de paylaşmıştım yani bu kitabı burada. 

Çok sevdiğim bir eserdir. Çok fazla etkilendiğimi.

Cyrano de Bergerac, biraz delilikleri ve biraz da cesaretiyle meşhur bir adamdır. Savaşmaya can atar. Ama bir kusuru vardır: büyük burnu. Biri ona burnu ile ilgili en küçük bir imada bile bulunsa hemen kavgaya tutuşur. :)

Bir de aşık olduğu kız vardır; tabii o da başkasına aşık. Oğlan, Bergerac’dan kızı tavlamak için yardım istediğinde Bergerac içinde taşıdığı aşkın da büyüklüğüyle ona ne mektuplar döşer. Kız etkilenir tabii. Ama oğlanla yan yana geldiğinde mektuplardaki ateşli aşktan eser göremez ve hep kafası karışır. :)

Gerçek açığa çıkar tabii kitabın sonunda ama yine trajikomik. :)

Ben bu kitapta Cyrano de Bergerac’ın kendisini sevdiğim için bu kadar çok etkileniyorum, biliyorum. Yoksa bu tip hikayeler o dönemin klasik hikayelerinden. Başka yazarların kitaplarında da benzer hikayeler var ama ah Bergerac. Okumanız lazım bu şahsına münhasır adamı. :)

 

 

12 Temmuz 2018 Perşembe

Zacharius Usta


Zacharius Usta

Zacharius Usta olağanüstü ince bir işçilikle ürettiği kusursuz saatlerle Cenevre şehrinin gururudur. Ünü İsviçre sınırlarını aşıp Fransa ve Almanya’ya kadar uzanmıştır. Saatçiliğin ilerleyen bilime ayak uydurmasıyla, Zacharius Usta da “saat maşası”nı icat eder. Bu icadının ardından kibir başını döndürür. Öyle ya, Tanrı sonsuzluğu yarattıysa, kendisi de zamanı yaratmıştır. Ancak günün birinde imal edip sattığı bütün saatlerin ortada görünür bir sebep olmaksızın birden durmasıyla, öfkeli müşteriler evinin kapısını aşındırmaya başlar. Bilimle manevi değerler arasındaki çatışma Jules Verne’nin 1854 yılında yayımladığı bu fantastik öykünün ana temasıdır. Kibrine yenilip ölümsüzlüğün peşine düşen ve ruhunu kaybeden Zacharius Usta için çöküş kaçınılmazdır.  

(Arka kapaktan)

 

Saat maşasını icat eden Zacharius Usta’nın bir süre sonra kibirden başı döner çünkü Tanrı sonsuzluğu yaratmışsa o da zamanı yaratmıştır.

Saati herkes kullanmasına rağmen bir gün ustanın saatleri tek tek durmaya başlayınca maneviyat ve bilim çatışmaya başlar. Kibirle inat kavga eder.

Çocukken Jules Verne’nin birçok kitabını okumuştum ama bu kitabını okumamıştım. Modern Klasikler Dizisi’ne ben de bulaştığıma göre benim elimde de bu kitaplardan sık sık görebilirsiniz demektir bu. :)

 

 

8 Temmuz 2018 Pazar

Kerim Usta'nın Oğlu



Kerim Usta’nın Oğlu

Kerim Usta’nın Oğlu, Türk edebiyatının ustalarından Halide Edip Adıvar’ın son romanlarından biri. İşgal ve Kurtuluş Savaşı yıllarının sosyal hayatına odaklanan, yazarın hemen hemen bütün eserlerinde ortaya koyduğu Doğu-Batı çelişkisini gözlemleyen bir eser. Romanın anlatıcısı meşhur doktor Kasım Derman, zor bir hayat yaşamış ve bir gün yaşadıklarını yazmaya karar vermiştir. Doktor Kasım, muhallebici Kerim Usta’nın oğludur. Kurtuluş Savaşı başlarken çetecilere katılan Kerim Usta, dükkanını bir arkadaşına teslim eder ve karısıyla çocuğunu başka bir kimlikle İstanbul’a gönderir. Ama Kasım bir daha babasını göremeyecektir. Kerim Usta, onlardan ayrıldıktan bir ay sonra şehit düşmüştür. Babasının vasiyeti üzerine, insanların dertlerine “derman”- babasının ona verdiği soyadıdır bu- olmak için çok çalışır, eğitimini Amerika’da tamamlar ve yurduna dönerek başarılı bir doktor olur. İstanbul yaşamı, savaşın perde arkası, eğitim hayatı, meslek edinme telaşı… Halide Edib, o yıllara ait kısa ama capcanlı bir Türkiye manzarası çizmiş.

(Arka kapaktan)

 

Başka kitaplar okurken birden aklına esip yeni kitaba başlayanlar burada mı? :)

Kitabın konusu şöyle: Kurtuluş Savaşı sırasında çetecilere katılan Muhallebici Kerim Usta’nın oğlu Kasım Derman hayatını yazmaya karar verir. Babasının, annesi ve Kasım’ı Eskişehir’den İstanbul’a gönderişi, başlarına bir şey gelmesin diye oğluna Derman soyadını vermesi, Kasım Derman’ın çocukluğundan itibaren yaşadığı zorluklar ve çok ünlü bir doktor oluşu kendi ağzından anlatılıyor kitapta.

Sayfa sayısı az olmasına rağmen doğu-batı çelişkisinin iyi gözlemlenerek yansıtıldığını düşünüyorum. Dili bana göre akıcıydı. Hatta eski kelimelerin Türkçe halleri sayfa altlarına da verilmiş ama benim için çok gerek olmadı. Böyle eski kelimelerden korkup da bu tip kitaplardan uzak duranlar için iyi bir başlangıç olabilir bence bu kitap.