30 Temmuz 2017 Pazar

1984

       


         1984
         George Orwell
         Çeviren: Celal Üster
         Can Yayınları


         Parti’nin dünya görüşü, onu hiç anlamayan insanlara çok daha kolay dayatılıyordu. (…) Her şeyi yutuyorlar ve hiçbir zarar görmüyorlardı çünkü tıpkı bir mısır tanesinin bir kuşun bedeninden sindirilmesinden geçip gitmesi gibi, yuttuklarından geriye bir şey kalmıyordu.
            George Orwell’in kült kitabı Bin Dokuz Yüz Seksen Dört, yazarın geleceğe ilişkin bir kâbus senaryosudur. Bireyselliğin yok edildiği, zihnin kontrol altına alındığı, insanların makineleşmiş kitlelere dönüştürüldüğü totaliter bir dünya düzeni, romanda inanılmaz bir hayal gücüyle, en ince ayrıntısına kadar kurgulanmıştır. Geçmişte ve günümüzde dünya sahnesinde tezgahlanan oyunlar düşünüldüğünde, ütopik olduğu kadar gerçekçi bir romandır Bin Dokuz Yüz Seksen Dört. Güncelliğini hiçbir zaman yitirmeyen bir başyapıttır; yalnızca yarına değil, bugüne de ilişkin bir uyarı çığlığıdır.
            Can Yayınları, bu “bütün zamanların kitabını” Celal Üster’in özenli çevirisiyle okura sunmaktan kıvanç duyuyor.
         (Arka kapaktan…)
         Merhaba;
         Benim için geç okumalardan biri daha. Okumayı sürekli ertelediğim bir kitaptı 1984. Ertelememin sebebini içten içe biliyordum aslında: beni çok etkileyecekti.
         1984, karşı ütopya olarak geçiyor. Bir ütopya ama iyi yönde değil, kötü yönde. Ve şu son yıllarda yaşadığımız bazı olaylarla çok benziyor olması beni çok korkuttu.
         Güzel bir kitaptı zaten kült kitaplar arasında geçer ama ben biraz yavaş okudum hem havalardan hem de sadece işe gelip giderken yolda okuduğum için.
         Okumadıysanız okuyunuz efenim.


         

15 Temmuz 2017 Cumartesi

Kore'deki Çatı Katımdan Sesleniyorum

         


         Kore'deki Çatı Katımdan Sesleniyorum
         Didem Duygu Demir
         Ephesus Yayınları

         Kendi küçük dünyasında kelimenin tam anlamıyla yuvarlanıp giden, yaprak uçsa gülen bir kızdım ben. Ufak tefek düşler kurardım uyurken… Ancak ne yazık ki hayat her zaman izin vermiyordu yaşamda istikrarlı olmaya.
            Düşlerimin kaybolduğu, gülüşlerimin silindiği bir dönemde, aşkın o sihirli gücü tuttu ellerimden. Bir Asyalının derin çekik gözleri şifa olurken titreyen kalbime, başkentin gri sokakları umut koktu yeniden.
            Bir süre aşk konuşuldu Kızılay’ın oynak kaldırımlarında. Gölgelerimize bakınca, tek göze çarpan aramızdaki otuz santimlik boy farkı olsa da… Biz bundan çok daha fazlasıydık aslında.
            Bu, benim hikâyem… Ve hikâyemin kahramanı bir Koreli.
            “Bir dakika bekle, hemen geliyorum!” diyerek yanımdan ayrıldı. Yaklaşık on dakika ayazın orta yerinde bekledim gözlerden kaybolan ve çantasını bana emanet eden adamı. Geldiğinde elinde iki bardak kahve vardı. Elime tutuştururken ince ince mırıldandı.
            “Bu akşam kahve içmek istemediğini biliyorum. Bu, ellerini ısıtmak için.”
            (Arka kapaktan)

         Bu kitabı ilk çıktığından beri merak ediyordum. Hatta youtubeda çok eğlenceli diye bahsetmişti birkaç kişi. E-kitap olarak okudum kitabı. Bana göre çok komik değildi. Orta seviyede bir kitaptı. Ama yaz için kolay okunur bir kitap diyebilirim.
         Kitabın sonunda devam edecek yazıyordu. İkinci kitabı çıktı mı bilmiyorum ama çıktıysa onu da okuyabilirim.



April Çizgi Klasik: O. Henry


April Çizgi Klasik: O. Henry
April Yayıncılık

“Klasik, herkesin okumuş olmayı istediği, ama kimsenin okumak istemediği şeydir.”                                                                                                                                                     Mark Twain

Çizgi romanların ve çizgi roman okurlarının çok revaçta olduğunu biliyorum. Birçok kişi Youtube’da çizgi roman okuyor bence. Ben pek çizgi roman sever bir insan değilim aslında. Daha çok bir kitabın çizimleştirilmesini okumaktan hoşlandığımı fark ettim. Kitabı, Ali kitap fuarından almıştı. Normalde benim çok dikkatimi çekmezdi herhalde.
Kitapta O.Henry’nin hikâyelerini birçok çizer kendine göre yorumlayıp çizmiş. Daha önce O.Henry’nin kitaplarını okumuştum o yüzden tarzına alışığım. Ama bilmeyeniniz varsa bence Yeşilçam sineması tadında bana göre.

Hatta Hülya Koçyiğit’in oynadığı bir film var. Çok hasta kendisi ve yattığı yatağın karşısındaki camdan bir ağacı görüyor. Mevsim sonbahar herhalde ki yapraklar dökülüyor. Kadın sürekli ağacın son yaprağı da düşünce öleceğini söylüyor. Ağaçta tek bir yaprak kalıncaya kadar direniyor. Öldüğü gün o son yaprağa zum yapılıyor. Bir bakıyoruz ki yaprak dala bağlanmış! İşte bu hikâye O.Henry’nin Son Yaprak kitabındaki hikaye. :)

9 Temmuz 2017 Pazar

Ağustosböceğinin Sekizinci Günü

         


         Ağustosböceğinin Sekizinci Günü
         Mitsuyo Kakuta
         İngilizceye çeviren: Margaret Mitsutani
         İngilizceden çeviren: Güneş Becerik Demirel
         Doğan Kitap

         Bir kadın, kaçırıp adını değiştirdiği çocukla Japonya’nın çeşitli kentlerini dolaştıktan sonra, tüm varlığını bağışlayarak, bir tür tarikat olan Melekler Evi’ne yerleşir.
            Üç yıl sonra, insanları orada alıkoyduklarına ilişkin haberler üzerine yerleştiği evle ilgili bir soruşturma açılınca, oradan kaçar. Ancak yakalanır, hapse atılır ve çocuk da elinden alınarak ailesine teslim edilir.
            Kaçırılan çocuk artık genç bir kadındır ve kendisini kaçıranla ilgili bildikleri, onun da sevgilisinden hamile kaldığı, çocuğu aldırmaya zorlandığı ve aldırdıktan sonra bir daha çocuğunun olmadığıdır. Bu genç kızın kendisi de sevgilisinden hamiledir ve bebeğini aldırmayacaktır!
            Japonya’nın tanınan yazarlarından Mitsuyo Kakuta 1967’de doğdu. Seksenin üzerinde eseri olan yazar Vaseda Üniversitesi’nde edebiyat eğitimi aldı. Ağustosböceğinin Sekizinci Günü, Chuuoo Kooron Ödülü’nü aldı. Romandan uyarlanan film Japonya’da büyük beğeni topladı.
            (Arka kapaktan…)

         Bir önceki kitapta instagram ya da youtubedan görüp de okuduğum kitaplar hep beni mutsuz etti demiştim ama bu kitabı da instagramda gördüm. Paylaşan kişi arka kapak yazısını da paylaşmıştı ve okuyunca benim de ilgimi çekti ve ertesi gün gidip kitabı aldım.
         Kitabı çok severek okuduğumu söylemek isterim öncelikle. Bunda konunun ilgimi çekmesi birincil sebep olsa da Japon kültürüyle de ilgilenmem de etkili oldu. Japonca öğrenmeye devam ettiğim için kültüre çok yabancı değilim zaten.

         Haruki Murakami okuduysanız eğer onun kadar yavaş akan bir dili yok diyebilirim bence. Daha hızlı akan ve kolay okunabilir bir kitaptı bu. Murakami de olaylar hep çok yavaş akıyor ama kitapları hep çok güzel oluyor. Sadece kitabın son kısmında biraz yavaş aktı bana göre. Tabii bunda ben bir kitabı bitiremeyince cinnet geçirme seviyesine gelmemin de bir etkisi olmuştur. 

Kul

         


         Kul
         Seray Şahiner
         Can Yayınları
        
            Seray Şahiner’in yeni romanı Kul, sayfalardan çıkacakmışçasına canlı bir karakterle tanıştırıyor bizi… Bu karakterle birlikte İstanbul’u bir umut haritası eşliğinde yeniden keşfediyoruz. Arnavut kaldırımlardan havalanıp cemevlerine, camilere, kiliselere varan; dilek ağaçlarına bağlanmış çaputlarla rüzgara salınmış umutlar…
            İnsan eliyle kurulmuş çelişkilerin ancak Tanrı eliyle değişebileceğine inananlar, dayanacak kimsesi olmayınca ayakta duramayanlar, dünyaya gölgesinden başka kök salamayanlar, ölülerden başka can yoldaşı bulamayanlar konuşuyor Kul’da.
            Görülmeden yaşayan bir insanın gördüklerinden bir yaşam kurma özlemi…
            (Arka kapaktan…)

         Ne zaman instagram ya da youtubeda çok konuşulan bir kitap görsem merak ediyorum. Çoğu zaman almıyorum ama Seray Şahiner’in kitaplarını okumayı çok istiyordum çünkü çok fazla övülüyordu. Herkes Antabus kitabını övse de kitapçıda elime bu kitabı denk geldi. Konuşacak halimin bile olmadığı bir gün olduğundan Kul’u alıp çıktım.
         Açıkçası okurken çok fazla sıkıldığım bir kitaptı. Kitapta o kadar çok Mercan ismi tekrar ediyordu ki bunaldım resmen. Konusuna gelecek olursak anne olamayan ve kocası evi terk eden Mercan’ın hayatını anlatıyor kitap. Mercan, apartman merdivenleri silerek yaşamını devam ettiriyor ve hayatı apartman merdivenleri, camiler ve dua edilebilecek her yer ile evi arasında geçiyor.
         Benim için vasat bir kitaptı ama yazar hakkındaki merakım hala devam ediyor. Bir gün Antabus’u da okuyacağım.