26 Aralık 2016 Pazartesi

Eşekarısı Fabrikası

               
        
         Eşekarısı Fabrikası
         Iain Banks
         Çeviren: Zübeyde Abat
         Koridor Yayınları
        
         “Blyth’i öldürdükten iki yıl sonra küçük kardeşim Paul’ü öldürdüm, ama Blyth’in ölümü ile karşılaştırılınca daha mühim, daha farklı sebeplerim vardı. Bir yıl sonra da birdenbire gelen bir istekle aynı şeyi Esmeralda için yaptım.
            Şu ana kadar ki skorum, üç. Yıllardır kimseyi öldürmedim, böyle bir niyetim de yok.
            Öyle bir dönem geldi ve geçti.”
            Sadece 16 yaşında olan Frank’ın olağanüstü özel, aykırı dünyasına –kaldırabilecekseniz eğer- adım atın.
            “Bu kitabı okumak cesaret ister.” Daily Express
            “Dahice… Dayanılmaz… Muhakkak okunmalı.” New York Times
            “Karşınızda yeri göğü yıkabilecek bir hayal gücü.” Mail on Sunday
            “Tuhaf, korkunç, elinizden bırakamayacağınız türden.” Financial Times
            (arka kapaktan)

         Bu kitabı nasıl çok merak ediyordum anlatamam. Varlığından haberim yoktu, nerede keşfettim çok hatırlamıyorum. Ama dayanamayıp aldım. (Artık çok az kitap satın alıyorum.)
         Beklentim çok yüksekti onu baştan söyleyeyim. Ama kitap inanılmaz bir şekilde çok sakin ilerliyor bence. Sadece birkaç yerde heyecanlanarak okudum diyebilirim. Ama sonu… Ah, o son müthişti bana göre.
         Kitap, 16 yaşına gelmeden 3 kişiyi öldürmüş Frank’ın hayatını anlatıyor. Her gün yaptığı gündelik işler ve planlar öyle güzel işlenmiş ki yazarın önünde şapka çıkarıyorsunuz.
         Kitabın Fabrikadan bahsedildiği bölümüne kadar Fabrika’nın aslında Frank’ın kafasında olduğunu düşünmüştüm hep. Ama gerçekten de Fabrika varmış.
         Kurduğu, planladığı ve eyleme geçirdiği şeyler müthiş. Tabii ürkütücü de. İnsan çocukların da çok acımasız olabileceğini görüyor.
         Aslında kitabı okuduğum süre boyunca Frank’tan çok abisi Eric’in hayatını merak ettim. Sonralara doğru çözülmeye başladığında ise Eric’in hikayesini de öğreniyorsunuz. Ama Eric’in mi yoksa Frank’ın mı hikayesi daha vurucuydu derseniz; tartışılır derim.

                

Bülbülü Öldürelim


Bülbülü Öldürelim
Burhan Günel
Şenocak Yayınları

“Bülbülü Öldürelim” popüler yaşam arayışlarının gittikçe sevgisizleştirdiği günümüz dünyasında gerçek sevgiyi arayan, ona ulaşmak için beden acısından yürek ve bilinç acısına uzanan yolda her engeli, engebeyi aşmak için canına dişine takan insanların, kimi zaman trajik boyutlara ulaşan öykülerinden oluşuyor. Sağlam, onurlu, başı dik bir insani duruş, öykülerin ekseni durumunda. Türkçeyi doğru ve güzel kullanmasının yanı sıra dil ve yazım titizliğiyle tanıdığımız Burhan Günel, bu yeni kitabında yer alan öykülerindeki olağan ilişkiler içinde işlevsel kıldığı gündelik dil yer yer “üst dil” katına çıkarıyor, özellikle uzun öykülerinde görülen kurgulama yetkinliğini şiirsel ögelerle bezediği “kurgu dil” aracılığıyla pekiştiriyor.
(arka kapaktan)

Öykünün yeri benim hayatımda ayrıdır. Belki de ben de öykü yazarak yazın hayatına adım attığımdan… Kitabı hiç sevmesem bile yine de ayrı bir yakınlık olur içimde.
Bülbülü Öldürelim, bana göre ortalama düzeyde öyküler barındırıyor içinde. Çarpıldım diyebileceğim bir öykü çıkmadı içinden ama özellikle kitaba da adını vermiş “Bülbülü Öldürelim”i çok sevdim. Neredeyse durağan denebilecek bir seyir izleyen ama yine de içinde nice heyecanlar barındıran bir öyküydü.
Kitabın sevmediğim yönü ise bir baskı hatasının olması. Kitap 185 sayfada bitmesine rağmen birkaç sayfa boşluktan sonra 161. sayfadan 185. sayfaya kadar yeniden basılmış. Muhtemelen bir harman (kitabın sayfalarının bir araya getirilmesi) hatası olmuş matbaada. Umarım tüm kalıpta aynı şey yaşanmamıştır ve sadece bendeki kitap böyledir. Zira büyük bir kağıt israfı demek olur bu.

Şenocak yayınlarından başka kitaplarda okudum ama onlarda böyle bir hataya rastlamamıştım. 

9 Aralık 2016 Cuma

Ben Halikarnas Balıkçısı Doğdum Sevdim Öldüm

         


         Ben Halikarnas Balıkçısı Doğdum Sevdim Öldüm
         Şadan Gökovalı (Ustayla Paylaştıklarım)
         Tureb Yayınları

         İnsan, denizden sıçrayan bir yunustur. Görüp göreceği, çağdaşlarıdır!..
        
         Balıkçı’nın bana anlattıkları, bana verdiği yetkiyle yazdığım ve kendi araştırıp bulduklarım; türünde ve Türkiye’de ilk galiba…
         Şimdiye kadar yazdığım 40’ı aşkın kitabın, beni en doyuranı oldu diyebilirim. Yazmam gerekirdi. “Ben bu işlevi yerine getirmek için” dünyaya getirilmiştim!
         Hele rehberlikle ilgili bölümler… Sanırım rehberdeşlerimiz için yol gösterici olacak; ders alınacak deneyim ve bilgiler içeriyor.
         İddialı konuşayım: SES GETİRECEK!
         (Arka kapaktan)

         Balıkçı benim için çok önemli bir insan. Aynı zamanda tanışma fırsatım olmadığı için her gün üzüldüğüm ve tıpkı Atatürk gibi, Türkan Saylan gibi adını anmadan geçmediğim bir insan. Kendisi rehberlerin babası ve benim Türkiye turumdaki hocamın (Ahmet Mümtaz Maden) da hocası.
         Bu kitabı Balıkçı’nın ağzından anlatılıyor ve Şadan Gökovalı tarafından kaleme alınmış. Kitap bize Türkiye turunun Batı etabında verilmişti. 2015 Ocak sonu Şubat başı zamanlarına denk geliyor. Aslında kitabı çok önce okumaya başlamıştım. Hatta yanılmıyorsam henüz Kuşadası’nda yaşıyordum o zamanlar. Ama sonra İzmir’e taşınma sırasında hangi kolinin içine girdiyse bir türlü bulamadım kitabı. Sonra bir kez daha taşındım. Yine kayıptı. Sonra zor zahmet buldum da okuyup bitirebildim.
         Kitap Balıkçı’nın anılarından, rehberlik üzerine yazılarından oluşuyor. Kitabın sonları ise Balıkçı’nın son günlerini ve ölümünü anlatıyor. Birçok kısmında boğazımda bir yumru ile okudum kitabı. Yine çokça bir kısmında ağlayarak okudum. Bazı yerlerinde de kahkaha attım. Kısaca her duygu durumunu yaşayan bir kitap olmuş.
         Dediğim gibi Balıkçı benim için önemli biri. Rehberlerin babası. Kendime de çok yakın gördüğüm biri. Tüm kitaplarını okumaya niyetliyim bu arada.
         Şadan Gökovalı kitaplarına da başlayacağım en kısa zamanda.
         Tureb Yayınları, Turist Rehberleri Birliği’nin yayınevi. Sitesinden ya da telefonla ulaşabilirsiniz sanıyorum ki.


28 Kasım 2016 Pazartesi

Öfkeden Kurtulun!


        
         Öfkeden Kurtulun!
         Öfkenin Ne Olduğu ve Bu Konuda Ne yapılması Gerektiği Hakkında Bir Kutsal Kitap İncelemesi
         John Coblentz
         Çeviren: Hande Taylan
         GDK Yayın

         “Sana söyleyeyim bari. Öfkeli, acılıkla dolu bir adama bakıyorsun.”
            Larry’nin siyah gözlerinde bir şimşek çaktı ve vücudu gerildi.
            Larry gibi birçok insan vardır. Öfkeleri çok büyük acılara neden olur. öfkeleri insanları öldürür, çocukları asi yapar, yuvaları yıkar ve kiliseleri böler.
            Öfke insanları duygusal köleliğe götürür. Orada içerleme ve acılığın hapishane hücrelerinde yaşarlar. Bazıları öç almak için planlar yaparlar. Bazıları ümitlerini yitirir. Bazı tutsaklar ise kurtulmak ister. Kurtuluş vardır.
            Öfkeden Kurtulun insanların neden öfkelendiklerini ve çözümlenmemiş öfkenin öfkeli insanın kendisi üzerindeki korkunç etkilerini açıklar. Ama daha da önemlisi, bu kitap iman, bağışlama ve sevginin bu belanın üstesinden nasıl geleceğini gösterir.
            Kutsal Kitap’a uygun olarak ve açık bir şekilde yazılmış olan bu kitap, ailelere, vaizlere ve öfkeyle baş etmeye çalışanlara umut ve pratik yanıtlar sunar.
            (Arka kapaktan)

         Bu kitabı Japonca kursumun bulunduğu binanın 5. Katından aldım. Protestan Kilisesi Derneği’nin kapının yanındaki duvardaki rafta bıraktığı kitaplardan biri. Öfkeli olduğumu düşündüğüm hatta öfkemden başımın döndüğü bir zamanda karşıma çıktığı için aldım. Gerçi bir tane de İncil aldım ama olsun. (Turist rehberi adayı olmak bunu gerektirir, görünce dayanamıyorum.)
         Hıristiyan değilim ama İsa’ya da Meryem’e de inanıyorum. Müslüman bir ailede doğdum ve benim de kendimce bir inancım var. Tamam, bu kısmı neden açıkladığımı bilmiyorum, neyse…
         Kitabın ilk kısımlarında neden öfke duyduğumuz ve bu öfkenin içimize nasıl yerleştiği ile ilgili bilgi ve bazı örnekler var. Öfkeden kurtulmak için de bazı çözümler var.
         Özellikle ilk kısımlarının bana yol gösterici olduğunu düşünüyorum. Bazen yardımın nereden geleceğini bilemezsiniz. Kutsal Kitaplarında yazanları uygulamasam da kendimce bir şeyler aldım.
         Bugün İzmir yağmurlu. Saat şu an 17:04 olsa da tüm gün aynı renkteydi gökyüzü. Fotoğrafı sonraya bırakmak istemedim. Çünkü ne zaman sonraya bıraksam bloga koymak için o kadar üşeniyorum. Karanlık da olsa çektim o yüzden.

         Bu da bizim kitaptan: “Oku!”

8 Kasım 2016 Salı

Ateş ve Su 2



         Ateş ve Su 2
         İmran Tohumcu
         Epsilon Yayınları
         “Biz her zaman farklıydık. Normal diye bir kavram bizim hayatımızda hiç var olmamıştı. Zıttık, birbirimizle uyuşmuyorduk. O siyahsa ben beyazdım. O karanlıksa ben aydınlıktım. O soğuk bir kış rüzgarıysa ben ılık bir yaz esintisiydim. Biz Ateş ve Su’yduk. Evrende bilinen en büyük zıtlıktık. Belki birlikte olmamız bile hataydı. Hiç yan yana gelmemeliydik. Ama kader, bizi bir araya getirmişti. Belki de biri bir araya getiren sadece tesadüftü…
            Ateş benim bu dünyadaki cehennemimdi.”
            “O, bu zamana kadar karşılaştığım en farklı, en tuhaf, en değişik insandı, çoğu zaman beni çileden çıkarsa da benim ufaklığımdı işte. Her şeyine her şeyimle değer verdiğim tek kızdı. O inatçı tavrı, beni sahiplenişi, benden bir türlü vazgeçmeyişi, ona yaptıklarıma rağmen hala yüzüme bakıp beni sevebildiğini açık açık söylemesi ve daha sayabileceğim birçok neden varken Melisa’nın kalbimdeki yeri bambaşkaydı. Kelimelerle tarif edilmezdi. Onu ilk gördüğüm zaman nasıl sadece bir kız çocuğu diye içimden geçirdiysem, şimdi de sadece benim her şeyim diyordum. Çünkü öyle olmuştu. Öyle olmayı kendi masumluğuyla, kendi elleriyle başarmıştı.
            Melisa, benim bu dünyadaki cennetimdi.”
            (Arka kapaktan)

         Yazarı Ateş ve Su’yu çok uzun olduğu için iki kitap halinde yayınladıklarını söylemişti Wattpad’de. Haklı, uzunca bir kitap. Çok şey yaşıyorlar.
         Açıkçası ben bu ikinci kitabı daha çok sevmiştim. Melisa büyüdü çünkü. Çok zor şeyler yaşadı, yaşamın kıyısında dolandı ama büyüdü. İlk kitaptakinin aksine anlatım dili bile daha olgundu.
         Ateş de Melisa’yla birlikte büyüdü aslında. Değişti; sevmeyi, değer vermeyi öğrendi.
         Sonrası mı? Kitabı okuyun.
        


4 Kasım 2016 Cuma

Ateş ve Su




         Ateş ve Su
         İmran Tohumcu
         Epsilon Yayınları

         “Geçmişin izleri yüzünden sevgiye ve aşka inanmayan bir adamla en büyük hayali gerçek bir aşk yaşamak olan genç bir kızın, sırlarla dolu hikayesi.”
     Melisa, 17 yaşında bir lise öğrencisidir. Zorluğa dair hiçbir şey bilmeyen, bu yaşına dek el bebek gül bebek büyütülen, içinde kötülüğe dair hiçbir şey olmayan Melisa’nın hayatı sürekli ev ve okul arasında geçmektedir. Ta ki beklemediği bir anda, tesadüf eseri karşılaştığı bir adam tarafından hayatı tamamen değişene dek. Kendini en büyük hayalinin gerçek olacağı bir masalın içinde sanan Melisa, yaşadıklarının aslında bir rüya olduğunu çok geç olmadan fark edecektir.
      Ateş, 23 yaşında sert mizaçlı bir adamdır. Zoru çok iyi bilen, bu yaşına dek bir şeyleri kazanmak için çabalayan, dünya üzerinde sevgi diye bir kavramın olmadığına inanan soğukkanlı biridir. Kendi geçmişini unutmaya çalışıp yaşadığı izleri hafızasından silmeye çalışırken karşısına çıkan geveze bir kız tüm duygularını altüst eder.
     Birbirine bu denli zıt iki karekter. Onlar Ateş ve Su. Biri yakmak için var. Bir diğeri söndürmek için. Peki bu savaşı hangisi kazanacak? Ya da zoru başarıp, birlikte kazanabilecekler mi?
     “Sana en başında bana göre olmadığını söylemiştim ufaklık.”
      (Arka kapaktan)

         Wattpad’den okuduğum bir kitaptı Ateş ve Su. Severek de okumuştum.
         Melisa’nın şımarıklığına zaman zaman kızsam da ailesi tarafından el bebek gül bebek yetiştirilmesi sebebiydi.
         Ateş, ne kadar sert olsa ve kötü işlere bulaşsa da o da bir zamanlar çocuktu ve masumdu. Çevremden çok tanıdık insanlar gibiydiler.
         Kitap bitince oldukça üzülmüştüm hatta. Maceralı bir aşk hikayesi.



3 Kasım 2016 Perşembe

Zehirsiz Ev



         
         Zehirsiz Ev
         Yaşamınızdan Zararlı Kimyasalları Eksiltmenin Basit Yolları
         Mercan Yurdakuler Uluengin
         Modus Kitap
        
         Özellikle büyük şehirlerde çılgın bir temponun içinde yaşıyoruz. Bu hız çoğunlukla bizi de kontrol altında tutuyor ve hiçbir şeye vaktimiz yokmuş gibi davranıyoruz. Hızlı çalışıp, hızla yiyip, hızlıca temizlenip yolumuza devam ediyoruz. Halbuki belki de asıl ihtiyacımız, belli konularda sadeleşmek, durup düşünmek, sakince hareket etmek…
            Elinizde tuttuğunuz kitap sihirli bir dokunuşla yaşantınızı tersine çevirmeyi değil, bakış açınızı tekrar gözden geçirmenizi sağlamayı vaat ediyor. Üstelik buyurgan ve sıkıcı bir üslupla “Bunu böyle yapın” demeden “İsterseniz bir de bu açıdan bakın”, diyen sakinliğiyle, yormadan, usul usul anlatarak.
            Zehirsiz Ev, Mercan Yurdakuler Uluengin’in çabasıyla blog olarak başlayan, zamanla takipçilerin katılımıyla zenginleşip büyüyen bir oluşum. Bir proje değil; daha güzel, yaşanabilir ve sade bir hayat tahayyülünün pratik yansıması. Üstünüzdeki gereksiz yükleri, vazgeçebileceğiniz hazır ürünleri, ihtiyacınız olmayan kimyasalları hayatınızdan çıkartarak doğal ve sağlıklı bir hayata kavuşmanın küçük ama önemli ipuçlarını bir araya getiren bir bilgi havuzu. Geleneksel tarifleri taze bir dokunuşla güncelleyerek hatırlamamızı sağlayan ve yeniden kullanıma sokan mütevazı ama debisi yüksek bir iyilik hamlesi.
            Mercan Yurdakuler Uluengin, yerli ve yabancı birçok kitabı ve internet sitesini tarayarak ulaştığı verileri de bu ağa katarak, bilgiyi paylaşarak, etkileşime sokarak, bu yolda beraberce nasıl ilerleyebileceğimizi gösteriyor. Çamaşırdan bebek bakımına, kişisel bakımdan gıdaya uzanan zengin konu dağarcığıyla, her an elinizin altında bulunacak bir kılavuz sunuyor.
            Güneşin Aydemir’in doğaya sırtımızı vererek, geçmişten ödünç aldığımız bilgilerle tüm sadeleşme ve arınma hayalinin kalbine dokunan incelikli sunuşuyla…
            (Arka kapaktan)

         Bir Pazar günü Japonca kursu çıkışımda bir arkadaşımı beklerken vakit geçsin diye bir kitapçıya girdim. Kitapçının adını hatırlamıyorum. Karşıyaka Çarşı’nın içinde postaneye yakın küçük bir kitapçıydı. Kitaplara bakarken bu kitap ile karşılaştım. İlgimi çekince de almaya karar verdim.
         Bu aralar bu konuya takmış durumdayım. Aslında uzun bir süredir ihtiyacım olmayan şeyleri almıyorum. Bu konu ile ilgili diğer bloga uzun bir yazı hazırlayacağım. Şimdi konunun bu kısmını burada kesip kitaba geçiyorum.
         Kitap öncelikle şu Zehirsiz Ev oluşumunu anlatıyor. Daha sonra “malzeme çantası” diye bir bölüm var ki bu bölüme bayıldım. Yağların, bitkilerin ya da doğal ürünlerin ne işe yaradıklarını, nasıl elde edebileceğimizi ve nasıl saklayabileceğimizi anlatıyor.
         Tarifler kısmında ise ev, kişisel bakım, çocuk bakımı gibi bölümler var ve bir sürü tarif var. Hepsini evde kendiniz hazırlıyorsunuz. Tariflerin içinde ne var kısmı bir de ne yok kısmı var. normalde daha az zararlı ya da zararsız dediğimiz kimyasallar bile yok hatta.
         Tariflerin bir kısmını biliyor ve uyguluyorum zaten. Ama bu kitabı okuduktan sonra aldığım bir kararla artık biten kişisel bakım ürünlerimin yerine yenisini almayacağım ve birer birer buradaki tarifleri uygulayacağım.
         Kitabın güzel yanı “şunu şöyle yapın, bunu böyle yapın” diye direktifler vermemesi. Diyor ki; dışarıdan pet şişede su almak yerine evden kendiniz götürün. Ya da her seferinde kağıt bardakta kahve almak yerine termos bardağınızda kendiniz götürün diyor. Yani her şeyi birebir uygulayacaksınız diye bir şey yok. Yapabildiğimiz kadar her şey. Evde yoğurt yapmayı deniyorum mesela ben, süt bulabildikçe tabii. Şimdi yeni hedefim evde ekmek yapmak. Çünkü ne satın aldığımız o yoğurtların ne de ekmeklerin tadını sevmiyorum.

         Okuyunuz efenim. Sadeleşmek, daha az tüketmek yolunda bir yol gösterici olabilir bu kitap bizlere. 

2 Kasım 2016 Çarşamba

Grapon Kağıtları



         
         Grapon Kağıtları
         Didem Madak
         Metis Yayınları

         Bu kitapta yer alan şahıs ve mekanların gerçekle alakaları tamdır. Kahramanları hep yanlış ata oynayanlardır. Kediler, kadınlar, muhabbet kuşları, gözyaşları… hepsi sahiden vardır ve bir dönem yaşamışlardır. Şiirden hazzetmeyenler, Grapon Kağıtları’nı yılbaşı ve diğer ehemmiyetli günlerde evi süslemek için kullanabilirler ya da bir ruh çağırma seansında, inatçı ruhlara seslenen uyduruk şarkılar olarak mırıldanabilirler.
                                                                                              -Didem Madak
            (Arka kapaktan)

         Didem Madak ile tanışma kitabım oldu bu kitap. Elbetteki birkaç şiirini okumuştum orada burada. Ama çok bilgim yoktu açıkçası.
         Şiir ve hüznü seviyorsanız doğru yerdesiniz.
         Diğer kitapları da var elimde. Onları da okuyunca buraya yazısını yazarım.

         Öptüm!

1 Kasım 2016 Salı

Piç





         Piç
         Hakan Günday
         Doğan Kitap

                      Piçlerin çocukları olmaz.
            Piçler, aşık oldukları kadınların kendilerini kurtaracaklarını düşünür.
            Oysa hiçbir kadın dünyaya bir piçi kurtarmak için gelmemiştir.
            Piçlere sır verilebilir. Ölümleriyle son bulan sırdaşlıkları vardır.
            Piçlerin cinsel hayatı düzensizdir.
            Piçlerin bedenleri ve akılları, diğer insanlarınkilerin aksine nasırlaşmaz.
            Onların nasırlaşan tek yerleri ruhlarıdır.
            Piçler sadece kendi aşklarına saygı duyarlar. En yakın dostlarının kadınlarına dil ve el uzatabilirler. Bu durumda piç tabii ki suçlu, ancak piçlik meşrudur.
            Piçler düzensiz hayatlarında düzenli olarak içki içerler. Belli sayıdaki kadehten sonra sarhoş olup sızarlar. Sızdıkları yerin adı huzurdur.
            Piçlerin babalarıyla olan ilişkileri mezar taşı kadar soğuk, yeni dökülmüş kan kadar sıcaktır.
            Piçler insan öldüremedikleri, ağır suçlar işleyemedikleri, korkak ve hain oldukları için yaşadıkları yerleri zorunlu kalmadıkça terk edemezler.
            Piçin davranış ve tercihlerini sadece başka bir piç kabul edilebilir olarak değerlendirir ve “Neden?” diye sormaz. “Neden” sorusu piçliği yok eder.
            “Piçler açtı. Piçler kirliydi. Ter, toz ve çamur kokuyorlardı. Üşüyorlardı. Ama gülüyorlardı.”
            (Arka kapaktan)
           
         Artık hepimiz Hakan Günday’ı ne kadar çok sevdiğimi biliyoruz. Ama biraz hüzünlüyüm. Çünkü bu kitap Hakan Günday’ın son kitabıydı. Böylece 8 kitabını da okumuş oldum. Aslında Piç’i çok uzun zamandır okumak isteyip de okumayı erteliyordum. Evet, sırf bitmesin diye okumuyordum. Çünkü ne zaman yeni kitap gelecek ya da gelecek mi bilemiyorum. Dergilerde de yazıyor artık Hakan Günday ama ben artık dergi okumaktan pek hoşlanmıyorum. Lisedeyken falan çok okurdum da şimdi nedense çok zor geliyor, bilmiyorum.
         Kitaba gelecek olursak; kitap piçleri anlatıyor adı gibi. Doğuştan kimsesiz olanları değil de kimsesiz, hiçbir şeysiz olmayı seçmiş kişileri…
         Hakan Günday’ın tarzına alıştıysanız okumak zor gelmeyecektir.
         Okuyunuz efenim.

         Diğer kitapları ile ilgili yazılarım için burayı tıklayabilirsiniz. 

Butimar



         
         Butimar
         Sessizliğin Kanatları
         Kaan Murat Yanık
         Kapı Yayınları
        
         Bir tarafta dünya ile arasında ciddi problemler olan, yanlış yüzyılda yaşadığını düşünen, çarşafa bürünüp kadın kılığında İstanbul sokaklarını arşınlayan, hastalarının hayatlarına müdahil olan ve kendi rüyalarını dahi tasarlamaya çalışan bir psikiyatr…
       Diğer yanda ise başka bir yüzyılda akan kırmızı bir hayat: Savaş, aşk, simya, büyü, göç, devrim, sefalet ve dostluk…
        Butimar – Sessizliğin Kanatları, gerçekle hayal arasındaki sınırın silikleştiği bir roman.
        Doğu- Batı, laik-muhafazakâr ve madde-mana çatışmalarıyla örülen bir arka plan…
        Edebiyat dünyasının son yıllarda dikkat çeken ismi Kaan Murat Yanık, hayaller, rüyalar ve halüsinasyonlarla karışık bir belleği, büyülü gerçekçilik akımına da göz kırparak resmediyor. Ve okura akıcı, şaşırtıcı, doyurucu bir roman vaat ediyor.
Butimar’la herhangi bir yerde mahsur kalmak isteyeceksiniz.
“İki husus kafamda dolaşıyordu; ölmek ve delirmek. İki hal de ne hissedilebilir ne de doğrulanabilirdi. Ölmüş ya da delirmiş olabilirdim yani.
Yalnızlığın bilmem kaçıncı evresini yaşadığımı bilmez halde, tamamlanmamış insanları yararak yürüdüm. Otobüsler, tramvaylar, duraklarda bekleyen insanları metal canavarlar suretinde yutup hızla kaçırıyorlardı. Eve girer girmez bir şarkı koydum kendime. Bir daha, bir daha başa sarıp dinledim. Bir tarafım söylemek istediklerimle doluyken, diğer yanım onları yok etmekle meşguldü. Arada kalan bendim ve ufalanıp yok olmamam bir mucizeydi. Bir yanım diğerine şunu söyleyebilmişti en azından, bunu duyabildim… Şarkıyı değil, o şarkıyı ilk dinlediğin zamanki kendini özlüyorsun. O zamana dokunamadığını anlayınca da şarkıyı bir daha dinliyorsun.”
(Arka kapaktan)

Merhabalar,
Bu kitapla bir tanışma hikayem var. Wattpad’den çokça kitap okuyorum ben. Ya da adına her ne denirse işte. Orada bana göre Wattpad’de okuyup okuyabileceğim en naif, en güzel ve en özenli yazılmış kitapla karşılaştım. İsmi “Uçuşan Küllerden Anka Doğmaz”. Bildiğim kadarıyla henüz basılması gibi bir durum söz konusu değil ama ben yine de ondan kitap diye bahsedeceğim. Kitabın yazarı çokça Butimar’dan alıntı yapıyordu kitapta. Ben de daha önce varlığından bile haberdar olmadığım bu kitabın alıntılarını severek okuyordum ve nedense bu kitabın çok eski bir kitap olduğunu düşünüyordum.
Bir gün kitapçıda gezinirken Butimar ile karşılaştım. Hemen elime alıp yazarının hayatını okumaya başladım. Benim sandığım gibi eski bir kitap değilmiş bir kere. 2015 basımı bir kitap ve ESKADER 2015 Yılın En İyi Roman Ödülü’nü almış. Eskisi kadar takip etmediğimden ödüllü kitapları da bilmiyorum artık. Tabii kitabı elime aldığım gibi kasaya gitmem de bir oldu. :)
Gelelim kitaba…
Arka kapak yazısında da bahsettiği gibi gerçekle hayal neredeyse iç içe geçiyor kitapta. Rüyalarını yazan biri olarak bu tür kitaplardan ne kadar hoşlandığımı tahmin edersiniz. :)
Ben psikiyatrı biraz Can Manay’a (Fi-Çi-Pi üçlemesindeki psikiyatr) benzettim ilk başlarda. :) Zaten Uçuşan Küllerden Anka Doğmaz’dan dolayı çok merak ediyordum. Böylece daha da merakımı celbetti.
Butimar’ın mitolojik kuş oluşu ise benim için sevindirici. Sevdiğim şeyleri hayatın içinde görmek hoşuma gidiyor.
Yusuf’un beyni ve kalbindekilerle yürüdüm, büyüdüm, kırıldım, yaralandım ve daha bir çok şey diyebilirim.
Çok etkilendiğim bir kitap oldu. çok uzun zamandır bu kadar etkilendiğim, severek okuduğum bir kitap olmamıştı doğrusu.
O kadar saçma şeyler yaşıyoruz ki hiçbir şey şaşırtmıyor, heyecanlandırmıyor artık bizi.
Bu kitabı okumanızı tavsiye ederim.
Uçuşan Küllerden Anka Doğmaz kitabını da okumanızı öneririm. Wattpad ücretsiz bir uygulama. Üye olduktan sonra okuyabilirsiniz.




21 Eylül 2016 Çarşamba

1915 Gelibolu Harbi Günlüğü





         1915 Gelibolu Harbi Günlüğü
         Kâzım Şâkir
         Hazırlayan: İ. Bahtiyar İstekli
         Yeditepe Yayınları
        
         Anlaşılıyordu ki aziz ve bedbaht Türklüğün alnına yazılmış olan elemine yeni bir satır ilave için bütün cihan birbiriyle müsabaka ediyordu. Fakat Türkler artık o  kadar çok bedbaht ve müteellim oldular ki bu elem destanına yeni bir satır ilave ettirmemek için yok olma tehlikesini bile göze almışlardır. İşte Çanakkale’de cihana hayretler bahşeden o müthiş ve akılları durduran harika müdefaa ve hücumu, ilelebet yok olup gitmektense daha uzun zamanlar kaim olmak emeliyle çırpınan Türklüğün heyecan dolu ruhu doğurdu. Gelsin… Cihanın en namert milleti, milletlerin ve belki bütün beşeriyetin mazideki ve hatta tarihin bütün devirlerinin yüz karası olan o alçak, o hain millet de gelsin… Çanakkale’de akan Türk kanından seller belki biraz fazla akacak fakat daima aynı vakar, aynı heybet, aynı asaletle akan bu seller; bu kudurmuş kitleyi Adalar denizinin mavi sinesine doğru sürüp götürecektir…
         … Yarın belki beni de uzun asırlardan beri didiklenen ve parçalanan insanlığın zavallı bağrını deşmek, bütün beşeriyetin ellerini ve yüzünü kızartan o kanlı boyalarla boyanmak ve süslenmek için bu sahnenin uğursuz kahramanları arasına sürecekler, parçalayacağım… Ve belki parçalanacağım… O zaman sevdiklerimin ve beni sevenlerin el ele vermiş hayali temsilleri, gözlerinden akan elem seline dudaklarından dökülen matem mersiyeleri karıştığı halde topraklar üzerine serilmiş kanlı ve genç mevcudiyetim üstüne kapanacaklar…
            …Şu satırları zeminlikte yazarken Seddülbahir trajedisi kalpleri titreten fasılasız gürültülerle devam ediyor. Gecenin kalpleri donduran zulmeti içinde binlerce göz, bir daha açılmamak üzere kapanırken arkalarında bıraktıkları vücutların gözleri de kanlı yaşlarla bir daha kapanmamak üzere açılıyor…
            (Arka kapaktan)
        
         Kitapları orijinal dillerinden okumayı severim. Her ne kadar bu bir günlük olsa da Osmanlıca halini en azından şöyle bir karıştırmak isterdim. Gerçi el yazısı okuyabilecek kadar ilerlemedi Osmanlıcam.
         Bu kitabı İzmir Kitap Fuar’ndan almıştım. İyi bir kaynak kitap olacağını düşündüğüm için okumak istedim. Kazım Şakir’in ismine başka yerlerde de rastlıyordum zaten. O yüzden de ilgimi çekti.
         Günlük okumayı seviyorsanız tavsiye edebilirim size. Fakat nedense çoğu insan tarihi kitap okumayı sevmiyor, e bu kitap da Çanakkale Savaşı’ndan bir kesit barındırıyor zaten içinde. Bence her Türkün bilmesi gereken geçmişimize bir ışık da Kazım Şakir tarafından tutulmuş ama siz bilirsiniz tabii. :)
         Kazım Şakir’in hastalandıktan sonra oradan oraya sürüklenmesine çok üzüldüğümü de belirtmeden geçemeyeceğim bu arada.

         İ. Bahtiyar İstekli’nin daha önce de iki çeviri kitabını okumuştum. Onları da okumak isterseniz diye aşağıya link olarak ekliyorum. 
Yakılmamış Mektuplar


20 Eylül 2016 Salı

Beni Sevmek Zorundasın




         Beni Sevmek Zorundasın
         Erdi Karadeniz
         Gece Kitaplığı Yayınları
        
         “Ve şimdi yüreğim, tüm organlarım tarafından, toplumun huzurunu bozan bir asi, ahlaki kuralları hiçe sayan bir serseri gibi dışlanıyordu. Bugün ne yapıyorum ben diyemediğim için, yarın ne yaptım ben demek zorunda kalabilirdim. Ama gel gör ki bugün daha çok ilgimi çekiyordu.”
                                                                                                                                 Korkut
            “Kaderin iyi niyetine geldiğimi düşünüyordum, evet. Fakat şimdi kapısında durduğum odada Zeynep var. Bir üst katta ise Miray… Bu hastanenin koridorunda dikilirken şunu çok iyi anladım. Bu kaderin niyeti bozuk…”
                                                                                                                                 Ümit
            “Ben, Miray’ın olduğumu sandığı kişi değildim. Gördüğüm kadarıyla Korkut’ta benim olduğunu sandığım kişi değilmiş. Hayatn bizi umursamadığının bir kanıtı da bu işte; hayatımızdaki hiç kimse olduğunu sandığımız gibi olmuyor…”
                                                                                                                                 Tunç
            “Yaptığım ve bunun sonucunda yaşamak zorunda kaldığım şey tek kelimeyle berbattı. Ama ölmedim. Ölmedim ve nefes alıyorum. Bunun için ne kadar utansam az. İyi yapmaya çalıştığım, telafi etmek için uğraştığım her şeyi elime yüzüme bulaştırıyorum. Tecrübelerime dayanarak söylüyorum ki hayatta hiçbir şeyin telafisi yoktur. Bir hata yaptıysanız, yapmışsınızdır.”
                                                                                                                                 Zeynep
            “İnsan hatalarının bedelini öder. İnsan hatalarının bedelini muhakkak öder. Bu bir hata mıydı? Emin değilim. Ama bedelini çok ağır ödedim.”
                                                                                                                                 Miray
            (arka kapaktan)

         Erdi benim arkadaşım. Yani hiç yüzyüze görüşmedik ve hatta öyle çok uzun uzun sohbet de etmedik ama yine de kendime yakın hissettiğim insanlardan biri.
         Onunla ne zaman tanıştığımı hatırlamıyorum. Blog vasıtasıyla oldu. ondan eminim ama ben mi onun blogunu keşfettim yoksa o mu benimkini buldu, hiç bilmiyorum. Ama yazdıklarını hep severek okudum, okuyorum. (Hatta bir ara yayınladığı e-dergi için bir iki bir şey de karalamıştım.)
         Kitapları çıktığında da kendiminkiler basılmış gibi sevinmiştim. (Umarım bir gün basılır benimkiler de. ) Sağolsun bana imzalayıp gönderdi. İmza koleksiyonum için güzel iki parça oldular. Pesimisyon’u henüz okumadım.
         Ama Beni Sevmek Zorundasın’ı çok sevdim. O kadar tanıdık, o kadar bildik geldi ki bana sanki olayları birebir yaşadım.

         Diğer kitabını da en kısa zamanda okuyabilmek dileğiyle.

19 Eylül 2016 Pazartesi

Otel Frankfort




         Otel Frankfort
         David Leavitt
         Çeviren: Ziya Celayiroğlu
         Yapı Kredi Yayınları

         Lizbon, 1940. Avrupa’daki büyük savaştan kaçan binlerce göçmen gibi, Amerikalı Pete ve Julia Winters da, Salazar’ın hüküm sürdüğü fakat tarafsızlığını halen koruyan Portekiz’e sığınmıştır. Lizbon limanına uğrayıp onları vatanlarına götürecek gemiyi beklerken günlerini kafelerde vakit öldürerek geçirmektedirler. Bir gün, kendileri gibi Amerikalı bir çiftle, gizemli Edward ve Iris Freleng’le tanışırlar. Bu tanışma, bu dört insanın bütün hayatlarını etkileyecek bir ilişkiyi tetikleyecektir.
            Otel Frankfort, bir sonraki sayfasında ne olacağı kestirilemeyen, son derece parlak bir roman… Romanın sonunda Lizbon’dan soluk soluğa ve baş dönmesiyle ayrılıyoruz… Dokunaklı, büyüleyici ve iddialı…
                                                                                                                                 Observer
            Tuzaklar, sahte adlar, ikizler ve bilmecelerle dolu, dikkatle inşa edilmiş bir roman.
                                                                                                                      Financial Times
            (Arka kapaktan)

         Bu kitabı İstanbul’da Sahaflar Çarşısı’nda gezerken çok cüzi bir miktara almıştım. Dönerken de havalimanında okumaya başlamıştım. Ama ondan sonra o kadar çok süründü ki elimde anlatamam. Yarısına kadar çok yavaş ilerledi bana göre. Halbuki ben savaş zamanlarını, savaşların etkilerini anlatan kitapları okumayı severim. Ama pek anlaşamadık kitabın yarısına kadar.
         Yarısından sonra ise hiç tahmin etmediğim bir yöne doğru kaydı kitap ve birden hareketlendi. İtiraf ediyorum ki bu kadar sıkılacağımı ve şaşıracağımı tahmin etmiyordum.
         Kitabın arka kapağı için yazılan yorumlar kadar müthiş, parlak diyemem ben ama şaşırtıcı olduğunu söyleyebilirim.

         Bu arada kitaptaki betimlemeleri de oldukça beğendiğimi söylemeden geçemeyeceğim. 

24 Nisan 2016 Pazar

Foto Muhabiri Ara Güler’in Hayat Hikâyesi




         
         Foto Muhabiri Ara Güler’in Hayat Hikâyesi
         Nezih Tavlaş
         Yayıncı: Fotoğrafevi

         Nezih Tavlaş’ın fotoğrafın efsane ismi Ara Güler’in hayatını anlatan kitabında sayfalar akarken alttan da Türkiye’nin 80 yıllık tarihinin geçtiğini göreceksiniz.
            Savaşlar, darbeler, medeniyetler, facialar ve dünyanın kaderini değiştiren insanlar ardında koşuşan Foto Muhabiri Ara Güler’in yaşam boyu karşılaştığı inanılması güç öyküleri soluk soluğa okuyacaksınız.
            Dünya üzerinde fotoğraftaki gerçeklik akımının temsilcileri Alfred Stieglitz, Ansel Adams, Edward Weston, Henri Cartier-Bresson ve Paul Strand’ın ardından Türkiye topraklarında, objektifinin odağına oturttuğu insanı; var olduğu gerçeklikten koparmadan, ancak aynı oranda da estetik bir biçimde fotoğraflayarak bu efsane isimlerin arasında hak ettiği yeri almıştır.
            Usta Ara Güler’in  her zaman doğru yer ve doğru zamanda olabilmek için nasıl çalışıp didindiğinin ve nasıl bir bedel ödediğinin de tanığı bu sayfalar…
            Çevirdiğini her sayfada, Ara Usta’nın hayata bakışındaki o müthiş “sense of humour”u hissedecek, beyinlerimize kazınan unutulmaz karelerinin de aslında hiçbir şekilde şans veya rastlantıyla oluşmadığını göreceksiniz.
            (arka kapaktan)
        
         Herkes fotoğraf çekmeyi ya da çektirmeyi sever. Ben de seviyorum. Hatta lisede küçücük dijital bir fotoğraf makinesi alabilmek için aylarca para biriktirmiştim. Tabii bunun için de okula yaya olarak gidip otobüse binmemiştim. :) O makineyle neler neler çektim.
         Büyüdükçe olayların ya da görüntülerin arkasındaki hikayeler daha çok ilgimi çekmeye başladı. Ara Güler’i de bu yüzden seviyorum aslında. Sadece fotoğraf çekmemiş zamanında. O fotoğraflarla birlikte röportajlar da yapmış. Bir de dünyada kimlerin kimlerin fotoğraflarını çekmiş.
         Kitapta da yaşamı anlatılıyor. Nezih Tavlaş’ın anlatımının yanı sıra Ara Güler’in ağzından da kesitler var ki bu kitabı daha akıcı kılıyor bence.
         Ben böyle kitaplar okumayı çok seviyorum doğrusu. Size de tavsiyemdir.

         Okuyun efenim.

Pi




        
         Pi
         Akilah Azra Kohen
         Destek Yayınları
        
         Şimdi itiraf zamanı!
            İtiraf ediyorum: Sana tuzaklar kurdum.
            Adlarını Fi ve Çi koydum.
            Can Manay’ın Duru’ya duyduğu açlıkla çıkardım seni yola,
            Hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını
            Deniz’le anlatmaya çalıştım sana…
            Beni takip etmen için yolumuzu
            Onların hikayeleriyle süsledim.
            Anlamları da hemen hemen her satıra gizledim.
            Çünkü Pi’deydi asıl anlatmak istediklerim.
            Çaresizdim. Vazgeçemezdim.
            Sana bu manzarayı mutlaka göstermeliydim.
            Seninle nihayet burada buluşmak için çok emek verdim.
            Şimdi yine gel benimle, birlikte yürümeye devam edelim.
            Savaşların savaşılarak kazanılamayacağını, asıl zaferin ancak doğrudan ayrılmayınca kazanıldığını Özge anlatsın sana,
            Yaptığımız her şeyin evrende dönüp dolaşıp bize nasıl geri geldiğini Can’dan dinle,
            Analiz edebildiğimiz kadar güçlü, sadeliğimiz kadar güzel, gerçekliğimizdeki samimiyet kadar eşsiz olduğumuzu Bilge’de gör,
            Kendi değerini başkalarının gözünden biçenlerin acısını Duru’yla anla,
            Ve Deniz’in düşüncelerinde tanış geleceğin insanıyla…
            Gel benimle. Yolumuz uzun değil,
            Nihayet sana gidiyoruz, bana… BİZ’e.

            Sorgulanmamış, analiz edilmemiş bir yaşam hiç yaşanmamıştır.
         (arka kapaktan)

         Okuyalı çok oldu bu kitabı. Hatta yılbaşından önce bitirdim diye hatırlıyorum. Hiçbir şeyi yapamadığım gibi kitap yazılarımı da yazamadım. Daha yazılacak başka kitaplarım da var yani. Sırayla hepsi yazılacak inşallah.
         Gelelim Pi’ye. Serinin son kitabı Pi. Bazı şeyler netliğe kavuşuyor insanın kafasında bu kitapta. Bazı şeyler de hadi bazı karakterler de yerle bir oluyor.
         Bana göre ana karakter olarak yazılan kitabın sonunda aslında figüran oldu mesela.
         Okuyan arkadaşlarım sonuna çok şaşıracaksın demişlerdi. Pek şaşırmadım ben. Aslında hiç duymadığım bir şey değildi bu çünkü dernekte bu konu hep konuşuluyor ve üzerine bazı çalışmalar yapılıyor. O yüzden bana yabancı gelmedi.
         Üç kitabın bana hissettirdiklerini sırasıyla yazacak olursam da soğuk, sıcak ve ferah oldu.
         Genel itibariyle sevdiğim bir seri oldu. Tavsiye ederim.