29 Kasım 2015 Pazar

Çi


        
         Çi
         Akilah Azra Kohen
         Destek Yayınları

         Hayat insanın kendi potansiyeline ulaşabilmesi için dikkatle, incelikle, muhteşem bir zekâyla dizayn edilmiştir. Yapman gerekeni yapamıyorsan, olamıyorsan, doğamıyorsan hayat çok acıtır, anlaman için hırpalar, yorar. Seni sen yapabilmek için ne gerekirse yapmaya hazırdır.
            Asla rahat bırakılmazsın.
            Öylesine, anlamsız varolmazsın.
            Mutluluğa saklanamazsın.
            Öyleyse acına sahip çıkmalısın!
            Çünkü acı, bilginin bedene inmesidir.
            Bilgiyi bedene indirmeli, olman gereken şeye dönüşmelisin.
            Bu kitap “kendine gelmek” için burada olduğunun farkına varabilene yazıldı. Fi ile çıkılan yolculuğun tek durağıdır Çi. Sadece farkındalığa giden, değiştiren, mutlaka geliştiren bir yoldur ama sunduğu seks, macera, intikam, ihtiras sizi aldatmasın, zordur.
            Hayatı değil sistemi yaşadığımızı fark edenler, harekete geçmek için işaret bekleyenler, umursamayanlara karşı umursayanlar, hissedemeyenlere karşı hissedenler adına ve kendi tekâmülünde kaybolmuşlar için yazılmış, dengeye adanmıştır.
            Hayat harekete geçen herkesi varması gereken yere götürür.
            (Arka kapaktan)

         Bu kitabı Fi’dn daha çok sevdim. İnstagramda Fi’nin fotoğrafını huzursuz edici, flu, kıpır kıpır, kapağındaki gibi kırmızı yani sıcak hissettirdiğini yazmıştım. Çi için ise sıcak bir yaz gününde bir kabustan uyanmış da yatağın serin kısmına geçmişim gibi hissettim.
         Fi ile dibe düşerken oraya buraya çarpa çarpa yaralandıktan sonra Çi ile yere çakıldığını görüyor insan. Kalkamıyorsun da ama çevrende olup bitenleri görüyorsun. Ölmemenin rahatlaması yayılmaya başlıyor vücuduna. Yaşayıp yaşamayacağını bilemesen de o anda nefes alıyor olmak önemli. Sonrasını beklemek ise rahatsız edici bir şekilde huzurlu.
         Kitabın bana hissettirdikleri böyle oldu. onun haricinde ülke gündeminden anlattıkları da bazı şeyleri daha iyi anlamama yardımcı oldu.
         Pi’ye başlamak için sabırsızlandığımı söyleyebilirim. Merak ediyorum.
         Okuyun efenim.


         

24 Kasım 2015 Salı

Fi



         Fi
         1,618…
         Akilah Azra Kohen
         Destek Yayınları
        
         Fi, deneyimin içinde kaybolmak yerine korkmadan deneyime sahip olmanın yolculuğudur. İçinde bolca bulunan manipülasyon, seks, aldatma ve aldanma hikayeleri belki herkesin dikkatini çekebilir ama gerçeklerden yola çıkılarak ulaşılmak istenen yerde sadece farkındalık vardır.
            Fi güzelliğin lanetlendiği, zekanın yağmalandığı, iyinin kurban edildiği ve kasaba kurnazlığıyla yönetilen bu gezegende, içine doğduğumuz bu kutsal hayatı kutlamak için yazılmıştır. Kendi potansiyelini keşfetme cesareti gösterebilmiş gerçek kişilere, çatlama cesareti gösterebilmiş tohumlara adanmıştır.
            Bir kişiye duyulan aşktan daha acımasız bir şey var mıdır?
            (Arka kapaktan)

         Bu kitabı o kadar çok kişinin elinde gördüm, o kadar çok kişinin profilinden inceledim ki merakla tiksinme arasında gidip gelmeye başlamıştım. Tabii bu arada da bir kez bile açıp konusunu bile okumadım. En sonunda bir arkadaşım konuyu anlatınca ilgimi çekti de ondan ödünç aldım.
         Başlarda çok güzel gidiyordu bence. Yukarıda da bahsettiği gibi çatlama cesaretini gösterecek tohumlara doğru yol alıyorduk ne güzel. Ama sonra bir şey oldu ve yarıdan sonra Can Manay’ın aşık olduğu kızı tavlama serüvenine dönüştü kitap. Bu arada yan karakterler ana karakterlerden çok daha fazla dikkat çekici bence.
         Kitabın sonuna geldiğimde hissettiğim tam olarak şuydu: “Eee… Niye bitti ki şimdi bu. Daha hiçbir şey olmadı!”
         Şu an Çi’yi okumaya başladım. Belki Çi ve Pi bittiğinde bittiğini düşüneceğim. Bunu konuşmak için henüz erken ama bu kitap için söyleyeceğim şey bende yarım kalmışlık oldu.
         Oysa çok büyük umutlarım vardı. Günümüz yazarlarından beni en çok etkileyenlerden biri Hakan Günday’dır mesela. Farkındalık kitabı yazıyorsa onun Kinyas ve Kayra’sını okumak lazım önce. Niyeyse kafamda o kadar vurucu bir kitap kurmuştum ama şu an yarısına bile yetişemedi.
         Zaman kaybı ya da yazık diyemem ama beklentimin çok altındaydı. Seri olduğundan belki erken bunu söylemek için ama biraz hevesim kaçtı doğrusu.
         Neyse, siz yine de okuyun.


22 Kasım 2015 Pazar

Göbekli Tepe




        
         Taş Çağı Avcılarının Gizemli Kutsal Alanı Göbekli Tepe
         En Eski Tapınağı Yapanlar
         Klaus Schmidt
         Çeviren: Rüstem Aslan
         Arkeoloji ve Sanat Yayınları

         Yaklaşık 12.000 yıl önce, Fırat ve Dicle Nehirleri arasında kalan bölgede, insanlık tarihinin en önemli değişimlerinden biri yaşanmaktaydı. İnsanoğlu avcı-toplayıcı bir yaşam tarzından, yerleşik hayata, çiftçi-üretici düzene geçmek üzereydi. Binlerce yıl öncesinin avcı toplayıcılarının bu geçiş döneminde, sandığımı gibi mütevazi ve basit bir yaşam tarzıyla yetinmemiş olduklarını, aksine, görkemli bir evre yaşadıklarını, Göbekli Tepe’de bize bıraktıkları izlerde görebiliyoruz. Göbekli Tepe’nin etkileyici anıtsal buluntuları yetkin bir taş işçiliğini yansıtmakta, taş üzerinde kabartma tekniğiyle yapılarak aktarılan motiflerin içerik zenginliği ise karmaşık bir düşünsel düzeye ulaşıldığını göstermektedir. Tüm bu bulguların yanında, eserlerin nitelik ve nicelikleri gözlemlendiğinde, raslantısal değil düzenli bir tekrarlama şeklinde saptanabilen büyük boyutluluk, anıtsallık ve sayısal yoğunluk, arka planda olması gereken gelişkin sosyal düzenin, organizasyon ve koordinasyon kabiliyetinin ipuçlarını vermektedir. 12.000 yıl öncesinden günümüze ilettiği bu kapsamlı bilgi hazinesi ile, geçmişimizin önemli bir zaman dilimi hakkında daha önce düşünmemizin dahi mümkün olmadığı soruları üretebilmemizi sağlayan Göbekli Tepe, emsalsizliği ile biz bilim insanlarını olduğu kadar, belki daha da fazla, bulunduğu toprakların insanlarını etkileyen, haklı olarak gururlandıran eşsiz bir değerdir.
            (Arka kapaktan)
        
         Uzun, upuzun bir aradan sonra merhaba!
         Hayır, hiç kitap okumuyor değildim ama kitapları sonlandıramadığım bir gerçek. İş hayatımla sosyal hayatımı eşitleyemiyorum bir türlü. Sebebi de budur.
         Bu kitabı Türkiye turundayken almayı çok istemiştim ama Göbekli Tepe’de çok pahalıydı. Sonra geçtiğimiz İzmir Kitap Fuarı’ndan uygun bir fiyata aldım. İşe gelip giderken, otobüste okuyup bitirdim.
         Göbekli Tepe okulda da çok ilgimi çeken bir destinasyon olmasına rağmen üzerinde pek de durulmadan işlenip geçilmişti. Sonra Türkiye turunda canlı canlı görecek olma düşüncesi beni çok heyecanlandırmıştı ama hem Klaus Schmidt’in vefat etmiş olması (tanışmayı çok isterdim) hem de kazı sezonu dışında olduğumuzdan çoğu yerinin koca koca kalaslarla ya da tahta kapalı olması beni hayal kırıklığına uğrattı. Zaten okulda üstünkörü geçilmişken gidip de güzelce inceleyememek beni çok üzdü açıkçası. Gördüğümden pek bir şey anlamadan döndüm diyebilirim.
         Şimdi bu kitabı okuduktan sonra, kafamda oturmayan parçalar oturdu, canlanmayan yerler canlandı. Okulda bahsedilen kadar gizemli değilmiş bir kere. Ama hala çok da açık seçik değil. Yuvarlak planlı yapıların konumları falan kafamda çok iyi oturdu bu kez. Keşke önce kitabı okuyup, biraz da çevreyi tanıyıp öyle gitme şansım olsaymış oraya. Benim için çok daha iyi olacakmış.
         Bu arada neredeyse kitabın yarısına kadar eski Urfa (Eriha) ve çevresinden bahsediyor olması da bulunmaz bir nimet. Tabii ki okulda bunu da bu kadar detaylı görmedik. Sonra Anadolu dışındaki ören yerlerini de görmedik. Ama bu kitapta Göbekli Tepe buluntularıyla benzer özellikler gösteren yerler de anlatılmış ve karşılaştırmalar yapılmış.
         Kitabın dili ağır değil. Bu meslekten olmayan birinin de çok zorlanmadan okuyabileceğini düşünüyorum. Yeter ki birazcık ilgisi olsun. Zaten çoğu anlatım fotoğraflarla desteklenmiş. Tavsiyemdir.

         

22 Temmuz 2015 Çarşamba

Londra Caddesi



              
         Londra Caddesi
         Samantha Young
         Çevirmen: Aslı Dağlı
         Dex Yayınları

         Dublin Caddesi’nde Joss ve Braden’in aşkıyla baştan çıkmıştınız… Londra Caddesi’nde ise Johanna ve Cameron ile ihtirası doruklarda yaşayacaksınız. Johanna’nın alkolik bir annesi ve bakması gereken küçük bir erkek kardeşi vardı. Babası alıp başını gitmişti, evi geçindirmek Johanna’ya kalmıştı. Artık sadece kardeşi için yaşıyordu. Erkek arkadaşlarını da bu yüzden zenginlerden seçiyordu. Kendi arzuları onun için önemsizdi. Pasaklı kotu, dövmeleri ve hırpani tişörtüyle şehrin en seksi serserisi Cameron hayatına girdiğinde Johanna’nın bütün ezberi bozuldu. Onu öylesine çok arzuluyordu ki, kalp atışlarını bile bir türlü dizginleyemiyordu. Cameron barda birlikte çalıştıkları bu mesafeli görünün seksi kızılın sakladığı sırlarını açığa çıkarmaya kararlıydı… Teker teker savunma kalkanlarını indirecekti… Johanna çırılçıplak kalıncaya dek!..
            “Aşırı seksi bir kitap bu. Hem kahramanın kendini bulma ve güçlenme yolculuğuna da bayıldım. Londra Caddesi’ni tüm kalbimle tavsiye ederim.” –USA Today-
            (Arka kapaktan)

         Merhaba,
         Yine ciklet bir kitapla karşınızdayım ama bu sıcak havalarda başka bir şey okuyamıyorum ne yazık ki. Bir de kafam o kadar dolu ki beni yormayacak kitaplara ihtiyaç duyuyorum hep.
         İçindeki tüm o romantik ve seks şeylerini geçiyorum. :) Tahmin ediyorsunuzdur zaten nasıl olduğunu. Ama bu kitabı sevmemin en büyük nedeni kadının zayıflıklarını bir bir görmesi, kabullenmesi ve üstesinden gelmesi. Güzel bir direnişti bence. Sırf bu yüzden bile bir şans verilebilir.
         Bu arada arka kapaktan öğrendiğimize göre bu bir seriymiş ve bu serinin ikinci kitabıymış. İlk kitapta, bu kitapta da geçen, Joss ve Braden’in ilişkisi anlatılıyormuş. Bilmem, denk gelirsem onu da okuyabilirim bir ara.
         Serin günler diliyorum efenim!
               


17 Temmuz 2015 Cuma

Kiralık Sevgili

         


         Kiralık Sevgili
         Christine Bell
         Nemesis Kitap

         Sarabeth, severek çalıştığı tatil köyü yasadişi işler yapabilmek için kurulmuş bir paravan şirket çıkınca, işten ayrılır. Bir süre sonra şirketin çevirdiği gizli işler de orta çıkar ve her şey altüst olur. yine de olayların daha da kötüleşmesi uzun sürmez. Geçmişte o tatil köyünde çalışan insanların teker teker kaza süsü verilmiş cinayetlerle ortadan kaldırılmaya başlanması, Sarabeth’i endişelendirir. En az onun kadar endişeli olan yakın arkadaşı Lindy, Sarabeth’i koruması için bir koruma kiralar. Ancak bu kiralık korumanın, kiralık bir sevgiliye dönüşmesi an meselesidir.
            (Arka kapaktan)
        
         Merhaba,
Çerez bir kitap daha…
Sıkıntılı ve endişeli geçen günler yüzünden ne yapacağımı bilemez haldeyim biraz. Endişemi bastırabilmek için çerez kitap bakınırken bu kitaba denk geldim.
         Aslında iyi işlenseymiş güzel bir kurgusu varmış ama sanki yazar bu kitabı iki arada bir derede yazmış gibi. Çok aceleye gelmiş sanki. Ya da sanki asıl kitabın özetiymiş gibi. Bilemedim yani.

         Yazlıkta yalakta, deniz kenarında ya da evde sıkıntıdan patlarken okunup unutulacak bir kitap bence. Ne yazık ki.

16 Temmuz 2015 Perşembe

Benim Balığım Yaşayacak

         
        
         Benim Balığım Yaşayacak
         Ruth Ozeki
         Çevirmen: Filiz Saban
         Parodi Yayınları

         Olur da biri size bu kitap hakkında bir şey sorarsa ona sadece yalan söyleyin. Tokyo’da, katlanamadığı yalnızlığına son vermeyi düşünen 16 yaşında genç bir kız: Nao. Pasifik’in öteki tarafında ise ıssız bir adada ilham perisini arayan bir yazar: Ruth. Ve bu hayatları birleştiren sahil kenarına vurmuş bir günlük: Nao’ın günküğü.      
            Nao’ın tek arzusu, hayatına son vermeden önce, Budist rahibesi olan büyük büyükannesinin hayatını kaleme almaktır. Gözlerden ırak yaşayan yazar Ruth ise bir gün sahilde gezerken kıyıya vurmuş bir çanta bulur. Bu, 2011 yılında Japonya kıyılarını vuran tsunaminin sürüklediği eşyalardan biridir muhtemelen. Gizem, gün ışığına çıkmaya başladıkça Ruth geçmişe, Nao’ın acı yaşantısına, onun bilinmez kaderine ve aynı zamanda kendi geleceğine doğru yer alır.
            Yazar ve okur, geçmiş ve şimdi, gerçek ve kurgu, kuantum fiziği, tarih ve mitolojinin iç içe geçtiği Benim Balığım Yaşayacak, benliği ve tüm dünyayı keşfe çıkan özgün bir hikâye.
         “Ozeki bu sefer büyük oynuyor… Kaderleri birbirine mühürlenmiş iki zaman kahramanının, Ruth ve Nao’ın peşinden sürüklüyor bizleri.” –The New York Times Book Review-
            “Ozeki’nin bu romanı, edebiyattan ve entelektüel bir coşkuyla sarmalanmış iyi bir hikayeden haz alanları kesinlikle memnun edecek.” –Publishers Weekly-
            (Arka kapaktan)

         Merhaba,
         Bu aralar benim için kitap okumak biraz zor. YDS’ye hazırlanıyorum. Üniversiteye hazırlanırken geçirdiğim o sınav süreci pek hoş değildi. Üniversiteyi kazandıktan sonra da sırf süreci yüzünden doğru düzgün ders çalışmadım. Ama nereye kaçarsam kaçayım yine bir sınav geldi buldu işte beni. Turist rehberliği yapabilmem için son bir adım kaldı; o da kokart alabilmek. Bunun için de o sınavı geçmem gerek.
         Ders çalışmayıp başka şeylerle uğraşınca vicdan azabı çekiyorum işte. Az okuyorum o sebeple.
         Neyse…
         Bu kitap instagramda o kadar çok paylaşıldı ki merakıma yenik düşüp ben de okudum sonunda ve iyi ki okumuşum diyorum.
         Kitabın yazı dili çok akıcıydı. Hiç ilgimi çekmeyen kuantum fiziğiyle ilgili kısımları bile pek zorlanmadan okuyabildim.
         Nao’ın yaşadıkları ya da yaşamak zorunda kaldıkları çok üzücüydü gerçekten. Babasıyla arasındakiler de öyle. Tapınakta geçirdiği dönemlerse gerçekten aydınlatıcıydı.
         Japonya, Japon kültürü ve Japonca kelimelerle ilgili verilen bilgileri de çok sevdim tahmin edersiniz ki. :)

         Hala okumayanlarınız varsa okumanızı tavsiye ederim.

2 Temmuz 2015 Perşembe

Temmuz Sözler

         


         Temmuz Sözler
         Ercüment Âsaf Yanıç
         Cinius Yayınları

         Şiirleri yanında çoğu tarihsel, siyasal ve biyografik araştırmaları, makaleleri, çeşitli gazete ve dergilerde yer bulan Ercüment Âsaf Yanıç’ın Ağustos 2004’de Mozaik Yayınları’ndan yayınlanan “Erguvanî” isimli şiir kitabında yaşam öyküsü, “Kırk Satırda” başlığı altında şöyle resimlenmekte…
            Ellili senelerde Gaziantep’te doğmuşum,
            Oku da öğren her şeyi, belle bitamam demişler;
            İlk, orta, lise derken bende,
            Bellemişim, öğrenmişim bir şeyler;
            Sonu yok öğrenmenin diyerek, sonunda,
            Yedi tepeli büyük kente gitmişim…
            Kap kara döşeli taşlarında kanlı güller açar,
            Bir meydanmış, Beyazıt Meydanı,
            Özgürlük kokar ve dönermiş kuşlar durmadan;
            Konarlarmış meydana, kalkarlarmış bir yandan…
            Süleymaniye’ye komşu ve de geçmezmiş hi
            Taş yapıları çevirir, sanırsın bir kaleymiş,
            O fildişi kulelerin içinde,
            İlim öğretir, irfan belletirlermiş…
            Emekçiliğim muhabirlikle başlamış,
            Ve geçenle elime, yetinmeyi öğrenmişim;
            Gazetecilikten geçinmişim de o yıllarda, onurla,
            Sonraları sakınmışım hep,
            Hiç gazeteci geçinmemişim…
            Epey de diploma vermişler bana,
                     Ne duvara asmışım onları
            Ve kazanç kapısı deyip, ne de satmışım;
            Öğrendiğim ekonomi ekmeğimi büyütmemiş,
            Siyaseti ilim diye okumuş bilmişim,
            İçine girip görmüşüm ki, siyaset:
            Halka rağmen halk için, halkın sırtına binmekmiş…
            Dağıtmışım ürettiklerimi hep, üleşmemişim bile,
            Kamuydu, özeldi ve kendi işimdi derken,
                     Geçmiş seneler, devirmişim gençliği…
            Sevmişim, sevilmişim, evlenmişim de;
            İyi de etmişim:
            Bebek kokuları burnumda tüter,
            İki de kızım olmuş, 
            Ve büyütüp boyumca, yetiştirmişim;
            Yüklenecek kırk katırlık neyim kalmış,
            Kırk satırda bir yaşanmış;
            Gelmişim bu güne:
            Eskilerden yenilerden,
            Söylenecek sözüm varmış;
            Düşmüşüm yola, merhabayla…

         Merhaba,
         Çok uzun zamandır okuyamıyorum nedense. Elim gitmiyor çoğu zaman YDS’ye hazırlandığımdan. Okumaya başladığımda ise sarmıyor kitaplar bir türlü. Neyse ki bir iki gündür bir şeyler okuyabiliyorum.
         Bu güzel şiir kitabına da taa iki ay önce başlamıştım. Az önce bitirebildim şükür. Oysa çok güzel şiirler var içinde. Çoğu şiirlerde mitolojik öğeler de kullanılmış hem. Severek okudum.
         Şairin daha önce de Erguvanî isimli kitabını okumuştum. Yazısını okumak için tık tık.

         Bu arada bu da imzalı kitap. Diğer kitapta yazan Kemal Amca’ma imzalı olduğundan fotoğrafını çekmedim.     

19 Haziran 2015 Cuma

30 Yaşındaysanız Hayat Gerçekten Zor

         


         30 Yaşındaysanız Hayat Gerçekten Zor
         Burçin Çelik
         Postiga Yayınları

         Yirminin coşkusu, yirmi ikinin neşesi, yirmi yedinin sempatisi… Ama otuz! Otuz yani… Hani otuzdan sonrasıydı çabucak geçen, ben yirmilerin nasıl geçtiğini anlayamadım ki daha! Tüm hemcinslerim yaşıyor mu bu buhranı, yoksa yalnız ben miyim dehşete kapılan? Daha otuz yaşımın güzelliğine adapte olamadan hayatın benim için sürprizler hazırladığından haberim yoktu tabi…
         Ah, seslerinizi duyar gibiyim; ne mi oldu? Çok sevgili odun kocam olaylara dahil oldu desem bir şeyler çağrışır mı acaba? Peki ya, yardımcı kadın oyuncu rolünü çakma bir sarışına vermiş desem, şimdi yandı mı ampuller! Durun durun, paniğe mahal yok! Hikayesi tam da aldatıldığı noktada başlayan bir kadın düşünün. Hovardalığın sınırlarında ısrarla gezinen kocasını bir çırpıda boşayan, hamur açarak kendine antidepresan tedavisi uygulayan; otuzunda bıraktığı okuluna dönecek kadar gözü kara; az biraz çatlak; iç sesinin çenesi düşük mü düşük bir Havva kızı…
         Düşündünüz mü? Kim mi o? Bendeniz Nazlı! Tam bu noktada hayallerinizin vücut bulmuş hali olan bir hoca düşünün. O ki; okulda hoca, kızına baba, banaysa kocaman bir çikolatalı pasta! Ya da yok yok, onu düşünmeyin! O kısım bana kalsın. Laf aramızda ben kıskanç bir kadınım! Siz bunun yerine büyümüş de küçülüvermiş, lafı cebinde, elleri belinde, mini minnacık bir Peri kızı ekleyiverin bu hikayeye. Tadımızdan yenmez olduk değil mi! Bence de! Gerisi… Gerisi sayfalarda! Hadi kulak kabartın da bir parça dertleşiverelim!
            (Arka kapaktan)

         Wattpad’de de aynı anda bir sürü kitap okuyorum. Tabii ki huylu huyundan vazgeçmez. Bu kitap da ilk üye olduğum zamanlarda okuduklarımdan ve hatta ilk kitap olanlardan. Ama ben basıldıktan sonra yazmak için bekliyordum. Sonra da benim yoğunluklarım girince araya bu zamana kadar sarktı.
         Arka kapak yazısında olayı özetlediği için bahsetmeyeceğim ama şunu söyleyebilirim ki sürekli kahkaha ata ata en çok eğlenerek okuduğum kitaplardan biriydi. Gülmediğim bölüm yoktu neredeyse!

         Alın, okuyun derim ben. 

Yalnızlık Cesaret İster

         

         Yalnızlık Cesaret İster (Bir Issız Ada Hikayesi)
         Merve Deniz
         İndigo Kitap
        
         Birbirlerine yasladıkları tek şey bedenleri değildi; tüm umutları, umutsuzlukları o gece koyun koyunaydı.
            Issız bir adaya düşseniz yanınıza alacağınız üç şey ne olurdu?
            Başarılı, genç v güzel bir kadın olan Rüya, ta ki aşık olduğu adamla aynı adaya düşene kadar bu sorunun yanıtını hiç düşünmemiştir. Gönlünü, çalışanların “Otoriter Despot” ismini verdiği yönetici Arel Bozan’a kaptıran Rüya, Arel’in kendini fark etmesi için sonsuz bir çaba içindedir, ama ne yaparsa yapsın bir türlü Arel’in dikkatini çekmeyi başaramaz. Çıkacakları Hindistan gezisiyse Rüya’nın son şansıdır: Ya devam edecek ya da vazgeçecektir. Fakat hiçbir şey planladığı gibi gitmez ve kendisini aşık olduğu adamla birlikte ıssız bir adada bulur. Acaba hayatta kalmak için büyük bir mücadele verdikleri bu ıssız adada Rüya, Arel’in duvarlarını yıkabilecek midir?
            (Arka kapaktan)
        
         Bu kitabı Wattpad’den okudum. Sonra da kitabı çıktı. Kitabını almadım henüz.
         Kitaba ilk başlarken “Ya Dünya’ da ıssız, insansız bir yer kalmış mıdır ki?!” diye düşünmüştüm. Sonra öyle çerezlik bir kitap olur diye okumaya devam ettim. Ama bence o kadar da basite indirilebilecek bir kitap değilmiş.
         Bir kere bu ıssız ada olayları falan iyi araştırılmış kitap tarafından. Sonra sadece iki insanını ıssız bir adaya düşme olayı da değil olay. Arka planda bir de Rus Mafyası olayı var ki bu da gayet iyi kurgulanmıştı bence. İlgiyle ve merakla okuduğum bir kitap oldu bu açıdan.
         Rüya ve Arel’in arasındakiler… Yani karşılıksız aşk zor.
         Arel’in o sert görüntüsünün altındaki kırılgan adamdan da hoşlandım. Aslında çok güçlü olduğunu düşündüğümüz insanların da korkuları olduğunu ve onların da insan olduğunu çok güzel işlemiş Merve Deniz.

         Ben sevdim. Denk gelirseniz okuyun derim. (Hala Wattpad’de bölümler duruyor mu bilmiyorum.)

18 Haziran 2015 Perşembe

Einstein’la Dans

        



         Einstein’la Dans
         Kate Wenner
         Kuraldışı Yayıncılık

         Çocukluğu boyunca nükleer savaşla ilgili kâbuslar gören Marea, kronik depresyonun pençesinde, rüzgâra kapılmış savrulan bir yaprak gibi, yedi yıl tek başına dünyayı dolaşmıştır. 1975 yılında, otuzuncu yaş gününden kısa süre önce New York’a geri dönen Marea’nın tek isteği, sonunda bir yere demir atabilmek ve hayatını anlamlı kılmaktır.
            Marea’nın babası Jonas Hoffman, Nazi Almanya’sından sağ kurtulmuş bir nükleer fizikçidir. Manhattan Projesi’nde çalışmıştır. Hidrojen bombası konusunda, aile dostları Albert Einstein’la Jonas Hoffman arasında şiddetli tartışmalar Marea’da derin izler bırakmıştır. New York’a dönüşünün ardından Marea aynı anda dört terapiste birden gitmeye başlar.
            Babasının günlüğünü bulması, bu saplantılı, çarpıcı ve sıra dışı genç kadının kendi kişisel mirasıyla yüzleşmesini sağlayacaktır.
         Bu yüzleşme aracılığıyla, Kate Wenner, atom bombasının korkunç sonuçlarını ve karşılıklı konuşma tedavisinin can damarı olan hikâyelerin gücünü büyük bir ustalıkla gözler önüne serer.
            (Arka kapak)
         Çoook uzun zamandır hiçbir şey okuyamıyordum. Yok sınavlar yok mezuniyet yok taşınma falan derken iflahım kurudu valla. Bu arada hiç okuyamadım desem yeridir. Gerçi Wattpad’den okuduklarımı saymıyorum basılı olmadıkları için.
         En sonunda Einstein’la Dans’ı bitirdim. Bu kitaba da sene başında başlamıştım neredeyse. Bir yerden sonra da tıkanıp yarım bırakmıştım. Sonra yeniden başladım.
         Marea’nın dört terapist ile birden görüşüp de hepsinin de ayrı ayrı şeyler söylemesi çok ilginçti bence.
         Einstein’ı ok sevdiğim hatta resmen hayran olduğum için ilgimi çekmişti bu kitap zaten. Ondan ve gündelik yaşamından izler bulmak ve okumak çok güzel bir duyguydu.
         Marea’nın sürekli gitme tutkusunda kendimden izler buldum. Çalıştığı fırında geçen sahneler de çok güzeldi.

         Genel itibariyle sevdiğim bir kitap oldu. Okumanızı tavsiye ederim. 

5 Mayıs 2015 Salı

Yaz

         


         Yaz
         Kürşat Başar
         Everest Yayınları

                Onu gördüm ve yaz geldi.
         Sanki kapı çalınıp çocukluk yıllar sonra tekrar çıkagelmiş gibi…
         Unuttuğunuz bir anıyı bulmak gibi…
         Çok eskide kalmış, yıllar sonra yeniden duyduğunuz anda geçmiş bir zamanı size taşıyan bir şarkı gibi…
         Dağ yollarında kaybolduktan sonra birdenbire, bir dönemeçte denizle karşılaşmak gibi…
         Yaz… Bitmesini hiç istemediğim eşsiz anlar ve hiçbir şeyin, hiç kimsenin sonsuza dek benimle kalmayacağını anladığım ayrılıklar mevsimi…

         İlk kitabıyla edebiyatımıza benzersiz bir giriş yapan ve yıllar yılı insan yüreğinin, özlemin, aşkın, geçmişi geleceğe bağlayan o narin bağların izini süren Kürşat Başar, 11 yıl aradan sonra kaleme aldığı yeni romanı Yaz’la okurlarıyla buluşuyor.
         Yakın tarihimizin kritik bir döneminde dünyaya gelen, birbiri ardına yaşadığı kayıplara rağmen hayata tutunan bir gencin büyüme serüvenini, yüzleşmelerini ve bir yaz mevsimi yaşadığı sarsıcı aşkı, arka plana hızla yitip giden İstanbul’u yerleştirerek anlatıyor.
         Bir karşılaşmayla değişen hayatın, küçük bir rastlantıyla uyanan arzuların, birdenbire gittiğiniz yolu değiştiriveren olayların ve her şartta, her yerde insana devam etme, hatta yeniden, yeniden başlama gücü veren o ele gelmez sırrın peşine takılarak…
         (Arka kapak)

         Hayır, bu kitabı sırf kahramanın çocukluğu anlatılıyor diye sevmiş olamam. İçinde yaşadığı aşkı hem çok yüce hem de çok hüzünlüydü. Çok da tanıdık…
         Nedense çocukluğumu, geçirdiğim o yaz günlerini anımsatacak en ufacık şey bile beni hem deli gibi mutlu ediyor hem de hüzne boğuyor.
         Okurken çoğu yerde durup boğazımdaki yumrunun geçmesini bekledim. En çok da Murat’ın babasıyla ilgili kısımlarında. Hayır, ben öyle bir kayıp yaşamadım ama savaşın her türlüsü her hali kötü değil mi zaten.

         Siz de okudunuz mu bu kitabı? Yoksa hem hüzne boğulup aynı zamanda yüzümde silik bir gülümsemeyle okuyan ben miydim?!

24 Nisan 2015 Cuma

Erguvanî Şiirler

         

         Erguvanî Şiirler
         Ercüment Âsaf Yanıç
         Sone Yayınları
        
        
            Anoson kokar tenine katmış, tenini;
            Ve açık ve donuk bakarmış, tavana,
            Tavada balık gibi,
            Ve memleketi kadar soğuk,
            Ve Karadeniz mavisi gözleri…

            …
            Rengi olmamalıydı insanın
            Beyazı, sarısı, siyahı,
            Ebruda karışsın istedik
         Biraz doğadan serptik
            Biraz dizelerden
           
            Yaşamı erguvanda birleştirdik…
            (Arka kapaktan)

         Siz de benim gibi kitapların kapaklarına vurulanlardan mısınız? Yalnız olmadığımı duymaya ihtiyacım var oysa. Sanki elimde hiç kitap kalmamışcasına her gittiğim yerde kitaplığı karıştırma huyum var ne yazık ki. Bu kitapla da dernekte tanıştım. Kapağınına vuruldum, evet. Bence çok güzel.
         Sonra elime aldığımda Kemal Amca’ya (ÇYDD Kuşadası Şube Başkanı) imzalı olduğunu gördüm. Merakla okumaya başladım ve şiirlere aşık oldum resmen.
         Ama en çok “On Yıl Önce, On Yıl Sonra” isimli şiiri sevdiğimi söyleyebilirim. Altmışlı yılların Gaziantep’indeki Kırkayak Kahvesi’ni anlatıyor. Şimdilerde yokmuş o kahve. Gaziantep’e gittiğimde de öyle bir yere rastlamamıştım zaten ama görmeyi çok isterdim doğrusu.

         Şiirle efenim, okuyunuz. 

10 Nisan 2015 Cuma

Pucca Günlük #5 O Adam Buraya Gelecek

        


         Pucca Günlük #5 O Adam Buraya Gelecek
         Dex Plus
         Doğan Kitapçılık

“Hayatını sosyal medyadan takip edebileceğiniz tek kitap karakteri.”
Blogger’ların atası,
Monçiçi bakışlı,
Zalım stalker,
Fake Evliya PuCCa sunar!
Bir blog yazıp hayatı değişen,
Hatta o hayattan bir de film yapılan,
Geçmişinden kaçarken bile yine ona sığınan PuCCa,
Onu üzenlere, bok var gibi evlenenlere ve
Haksızlıklara ateş püskürürken;
Onu sevenlere, pms pms diyenlere ve akılsızlara
Bedavaya akıl veriyor.
Ve mutlu sonu aramaya devam ediyor…
“Yaşarken hiç komik değildi…”
(Arka kapaktan)

         Sonunda okuyabildim. Ne zamandır okumak istiyordum. Kaç gündür kargo bekliyorum bir bilseniz…
         Okurken “ya bu sefer o kadar da eğlenceli değil sanki!” diyordum ama sonra instagrama bir fotoğrafını koydum kitabın. Altına gelen bir yorumla düşünmeye başladım. Beklentinin çok aşağısında çıktığını söylemiş yorumlayan. Durdum düşündüm ben de. Sanki bana da öyle gelmişti ama bu kitap aslında bir günlük. Tamam biz diğer kitaplar gibi komik şeyler bekliyoruz ama aslında kız da hayatını yazıyor.
         Sonuç itbariyle ben yine kitabı beğendim. Aileyle ilgli her olay üzer beni zaten. Pucca’nın da annesiyle olan hallerine üzüldüm. Falan filan derken aslında Pucca’nın da büyüdüğünü gördük biz de. Yani Ceri’den nasıl ayrıldı baksanıza. O Limon da ne menem bir şeymiş be!

         Okuyun derim ben. :)

7 Nisan 2015 Salı

Daha

         


         Daha
         Hakan Günday
         Doğan Kitap
        
         Siz bu cümleyi okurken, bir yerlerde insanlar, ülkelerindeki savaş, açlık ve yoksulluktan kaçmak için sonu zifiri bir yolculuğa çıkmaya hazırlanıyor. Ancak bu hikaye o kaçak göçmenlerle değil, onları kaçıranlardan biriyle ilgili. Adı Gâza. Babası bir insan kaçakçısı, Gâza da onun çırağı. Henüz 9 yaşında. Yani, hayata ve insana dair, öğrenmemesi gereken ne varsa, hepsini öğrenecek yaşta.
            “Doğu ile Batı arasındaki fark, Türkiye’dir. Hangisinden hangisini çıkarınca geriye Türkiye kalır, bilmiyorum ama aralarındaki mesafe Türkiye kadar, ondan eminim. Ve biz orada yaşıyorduk. Her gün politikacıların televizyonlara çıkıp jeopolitik öneminden söz ettiği bir ülkede. Önceleri çözemezdim ne anlama geldiğini. Meğer jeopolitik önem, içi kapkaranlık ve farları fal taşı gibi otobüslerin, sırf yol üstünde diye, gecenin ortasında mola verdiği kırık dökük bir binanın ada ve parsel numaralarıyla yapılan çıkar hesapları demekmiş. 1.565 km uzunluğunda koca bir Boğaz Köprüsü anlamına geliyormuş. Ülkede yaşayanların boğazlarının içinden geçene dev bir köprü. Çıplak ayağı Doğu’da, ayakkabılı olanı Batı’da ve üzerinden yasadışı ne varsa geçip giden, yaşlı bir köprü. Kursağımızdan geçiyordu hepsi. Özellikle de, kaçak denilen insanlar… Elimizden geleni yapıyorduk…. Boğazımıza takılmasınlar diye. Yutkunup gönderiyorduk hepsini. Nereye gideceklerse oraya… Sınırdan sınıra ticaret… Duvardan duvara…”
            (Arka kapaktan)

         Hakan Günday kitaplarını ne kadar çok sevdiğimi herkes biliyor artık. Okumadığım tek bir kitabı kaldı, o da: Piç. Adam ne yazarsa güzel yazıyor bence. Ve son zamanlarda şaşırmak bu kadar zor bir şeyken bu adamın her kitabında en az bir kez “Vayy be!” diyebiliyor insan. Bence günümüz yazarlarından kendini tekrar etmeyen nadir bir yazar kendisi.
         Gelelim kitaba. Bu kitaba bir yıl önce başladım ben. Başta çok güzel gidiyordu sonra bir şeyler oldu, yarım bıraktım. Bir ara yeniden başladım ama kitap beni sarmadı. Ama iki gün önce yeniden elime alınca aktı gitti. Sanırım bu ara Hakan Günday havamdayım, ondan.
         Kitapta en çok Gâza’nın yaptığı deneylerden etkilendim bir de ben. Bir insan nasıl bu hale gelebilir, gerçekten olabilir mi anlayamıyorum bazen. Ama her Hakan Günday kitabında da olduğu gibi bu okuduğumuz tüm olaylar hayatın içinde varlar. Ne yazık ki.

         Okuyun efenim.

1 Nisan 2015 Çarşamba

Türk Resim Sanatı

         


          Türk Resim Sanatı
         19’uncu Yüzyıldan 1960’a Kadar Türk Resim Sanatı Hakkında Bilmeniz Gereken Her Şey
         Tempo Doğan Burda Dergi

         Bu kitaba ya da dergiye ne derseniz deyin ba-yıl-dım. Vakti zamanında karakalem ve yağlı boya resim yapmıştım ama Türk resim sanatı ve ressamlarımız hakkında doğru düzgün bir bilgim yoktu. Taa 19. yüzyıldan 1960’a kadar Türk resim tarihinin izlediği seyir güzel bir şekilde anlatılmış bu kitapta. O yüzden de güzel bir çalışma olduğunu düşünüyorum.

         Bulabilirseniz okumanızı tavsiye ederim.

21 Mart 2015 Cumartesi

Parmak Damgası

         


         Parmak Damgası
         Halikarnas Balıkçısı
         Bilgi Yayınevi

                      PARMAK DAMGASI… Halikarnas Balıkçısı’ndan yeni öyküler.
            Bir süre önce televizyon filmi olarak beğeniyle izlenen PARMAK DAMGASI, Balıkçı’nın aynı adlı öyküsüyle, başka öykülerinden yararlanarak yapılmıştır.
            Ege’nin yedi renkli denizlerini, cennet köşelerini; güzellikleri çirkinlikleriyle, sevinçleri korkularıyla, arayışları beklentileriyle insanlarını zaman zaman tarih süzgecinden de geçirerek kaleme alan Balıkçı’nın PARMAK DAMGASI’nda yine birbirinden güzel öyküleri yer alıyor.
            “Dalıp sünger çıkarma sırası, Ahmet’in kardeşi Mehmet’teydi. Kardeşinden çıkardıkları kanlı miğferi başına geçirdiler. Parayı veren armatör, işaret düdüğünü çaldı. Oğlan daldı. Aşağıya inerken, ağabeyinin kafa parçaları, pembe renkler salarak ve bir sağa bir sola kayarak, kendisine eşlik ediyorlardı.
         Güvertede sıra bekleyen dalgıçlar, bir sürü karabatak gibi sıraya dizilmiş, dıdılıyorlardı.
         Geçim savaşıydı bu…”

         Okumadığım, içinden de okumanın gelmediği günlerden selamlar…
         Bu kitabı da bitireli altı gün oldu ama anca yazıyorum. Sanırım içimden yazmak da gelmiyor bu ara.
         Hayatımın yazarları arasında Balıkçı da girdi sanırım. Aslında böyle olacağını biliyordum da sanki bilerek okumuyordum. Balıkçı çok tanıdık, çok bizden. Bu elimdeki kitap “Bütün Eserleri” isminde oluşturulan serinin son kitabı aslında. İstanbul’a gitmiştim Batı turu biter bitmez. O zaman sahaflar çarşısında dolaşırken karşıma çıktı. Ahmet Hoca’mda (Ahmet Mümtaz Maden) kalırken okumaya başlamıştım. Ona gösterdiğimde “Çok güzel bir kitaptır.” demişti. Kendisi Halikarnas Balıkçısı’nın öğrencilerinden biri diye biliyordum o yüzden öyle söyledi diye düşünmüştüm.
         Aşağı yukarı yirmi gün boyunca elimde süründü kitap. O arada Ahmet Hoca, Kuşadası’na geldi. Başka arkadaşlarda vardı. Biz patavatsızlar “Hocam sanki siz konuşuyormuşsunuz gibi, Balıkçı’nın cümleleri sizinkilere çok benziyor.” Deyince hocacım bir duraksadı. “Benzemez mi, benzer tabii.” dedi. Gözlerinden yaşlar süzülürken Azra Erhat’dan ve Balıkçı’dan söz etti. Hoca küçükken komşularıymış ikisi de. Onların yanında büyümüş. Rehber olmamın bir sebebi de Balıkçı’dır dedi. Ah… O sahne gözümün önünden gitmiyor bir türlü. İçimde gidip ona sarılma istediği olmuştu ama gidip sarılamadım da. Sonra kendi kendime çok üzüldüm. Sarılsaydım Hocaya diye.
         Elimde TUREB’in bastırdığı bir kitabı daha var Balıkçı’nın. Onu da okuyacağım ama artık hep o gece gelecek gözümün önüne.
         Kitap harika bu arada. Çok içten bir anlatımı var zaten Balıkçı’nın. Kitaplarını daha önce okumamıştım ama çoğu hikâyeye orada burada denk geldiğimi fark ettim. Kolay okunur bir kitap.

         Okumanızı tavsiye ederim.

23 Şubat 2015 Pazartesi

Şarap ve Tanrı

         


         Şarap ve Tanrı
         Kendi ağzından Dionysos’un hikayesi
         Kamil Sarhanlı
         Maya Kitap
        
         Yunan Mitolojisi’nde tanrıların tanrısı olarak anılan Zeus’un oğlu Dionysos, dile gelip kendi hikayesini anlatıyor. Şarabın ve eğlencenin tanrısının başından geçenler, tarihsel bilgiyle yoğruluyor.
         Şarap ve Tanrı’da yazar yaptığı araştırmayla Dionysos’u edebi bir dille ete kemiğe büründürüyor.
         “Dionysos’un tarihsel süreç içindeki mitolojik serüvenine, güvenilir bilgi ve farklı anlatım tarzıyla tanık olacaksınız.” Dr. Phil. Anneliese PESCHLOW
         “Kaynak metinlerin Olympos dünyasına götürdüğü gizemli bir köprü. Dionysos hakkında bilgilerimize çok şey ekleyecek ve onu tanımamıza yardım edecek, kurgusallık ve şiirsellikle dolu, sınırsız okuma keyfine davet eden bu kitabı severek okuyacağınıza inanıyorum.” Yrd. Doç. Dr. Nazlı Çınardalı Karaaslan
         “Başka türlü asla giremeyeceğiniz bir dünyanın en gizli kapılarından birini sizin için açan bir anahtar…” Yrd. Doç. Dr. Bora Uysal
         (Arka kapaktan)
        
         Bir gün arkadaşlarla D&R’a gittiğimizde yine bu kitaba bakıyordum. Bir süredir ilgimi çekiyordu çünkü. Bakıp bakıp geri koyuyordum çünkü. Sonra yanımıza gelen stand görevlisiyle sohbet etmeye başladık. “Benim kitabım.” falan dedi adam. Ben de dalga geçiyor sandım. :) Tamam, yaka kartında da Kamil Sarhanlı yazıyor ama ben hala ihtimal vermiyorum. Sonra açtım kitabı, yazarın hayatını okumaya başladım da anca ikna oldum. :D Niye ikna olamadıysam bir türlü.          Meğer yazarı Kuşadası D&R’da çalışıyormuş.
         Tabii aldım ben de kitabı hem de imzalatarak. :)
         Batı turundayken yanıma almıştım otobüste okurum diye. Kolay bir okuma oldu açıkçası ama çok da beklediğim gibi değildi. Biraz hafif geldi bana. Daha orijinal bir şeyler bekliyordum herhalde. Kolay okunur, akıcı bir kitap ama çok da basit bence. Gerçi iyi araştırma yapılmış.
         Öyle işte. Beklentim yüksekti benim sadece.

         Siz yine de okuyun.