Işığın Gölgesi
Erhan Bener
Remzi Kitabevi
Cemil
Eren, tuvallerine imzasını atmasa da, yapıtlarına damgasını vurmuş olan o üstün
yetenekli sanatçılardan biridir. Bir tablosuna bakar bakmaz, “Bu bir Cemil Eren
tablosudur.” denir. Bunun için bir eksper, bir sanat eleştirmeni olmak
gerekmez. O, beyazın, ışığın, solgun düşlerin, ince değişimlerle sürüp giden
çeşitlemelerin ressamıdır. Sevecen, hiç kimseye kapısını kapatmayan, sağlam ve
geniş dostluk çemberleri yaratmasını bilen, yarattığı her şeye cömert ruhundan
can katan, bütün insanlara sevgiyle yaklaşan yüreğine karşın, iç dünyasında hep
yalnız yaşamış olan bu insan, dışarı açılan gerçek iç kapılarını tuvallerine
yansıtmıştır. Resimleri gibi, gerçekte ancak iyice aşinası olduğunuz zaman
keyfine varabilirsiniz onun.
Peki
ama, Merzifon’un kenar mahallelerinden birinde, kalabalık ve yoksul bir ailenin
çocuğu olarak dünyaya gelen bu insanın yaratıcı kimliği, hangi yaşam
serüveninin sonucu olarak, hangi evrelerden geçerek, ne gibi iç ve dış etkilerle
yoğrularak bugün yapıtları hayranlıkla izlenen bir üstün sanatçı olgunluğuna
ulaşabilmiştir?
Bu
sorulara belki ancak siz bir yanıt verebilirsiniz. Benim aradığım yanıtsa, onun
bir serüven romanı kadar hareketli, merak uyandıran, değişken, zaman zaman da
ruhsal çözümlemeler gerektiren yaşamöyküsünde gizlidir.
(Arka
kapaktan...)
Bu kitap uzun zamandır kitaplığımda
okunmayı bekliyordu ve nedense felsefik ya da dini bir şeyler okuyacağımı
düşündüğümden okumayı erteliyordum. Ama bu ay okumaya başlayınca resmen neye
uğradığımı şaşırdım. Bir kere kitabın anlatıcı beni çok şaşırttı. Kendisinden bahsederek
“spoiler” vermek istemiyorum çünkü yazar öyle birini seçerek ilginç bir iş
yapmış bence. En azından ben öyle bir şey beklemediğim için şaşırdım diyeyim.
Kitapta hayatı anlatılan kişi Cemil
Eren. Üzülerek söylüyorum ki kendisi bizim çok ünlü ressamlarımızdan biriymiş. Ama
ben bu kitapla karşılaşmasam belki de kendisinden bir haber olmaya devam
edecektim. O kadar cahiliz ki, cahilim ki... Eğitim sistemimiz de o kadar kötü
ki... Yani sanat dersi falan almış olsak en azından böyle değerlerimizle
tesadüfen karşılaşmış olmayız belki. Tabii ki en çok benim suçum ve eksikliğim
bu konu. Bilmem, öğrenmem gerekirdi. Ama herşeyi mi el yordamıyla, duvarlara
çarpa çarpa öğrenmek zorundayım/zorundayız. Yani birazını da ömrümüzün yarısını
geçirdiğimiz ve adı eğitim yuvası olan o kurumlarda öğrenemez miyiz?! Hep zor
sorular işte.
Kitapta Cemil Eren’in doğduğu günden
itibaren hayat hikayesi anlatılıyor. Yoksul bir aileden çıkıp askeri okula
girişi ve orada sanatçı kimliğinin yavaş yavaş şekillenmesi, ders aldığı
hocalar, daha sonra mesleğinini bırakarak resim yaparak hayatını devam
ettirmeye çalışması. Her ileriye dönük yaşaması, hep ileri eserler vermesi,
kendi üslübunu oturtması... Büyülenerek okudum. Resim hep ilgimi çeken bir
sanat dalı olmuştur. Bir ara bir hevesle bir şeyler yapmıştım ama sonra
bıraktım. Ama hala seviyorum resimle ilgili şeylerle ilgilenmeyi. Bir de Cemil
Eren’in tüm dünyaya kanıtladığı bir şey var bu kitapta:Sanatçı/ressam illa
serkeş bir yaşam sürmek zorundadır algısını kırmış oldu askeri disipliniyle. Çünkü
tüm hayatı boyunca o disiplinle çalışmaları üzerine eğilmiş.
Google’da bulabildiğim tüm resimlerini
inceledim. O kadar güzeller ki. Işığın ressamı ünvanını boşuna almamış Cemil
Bey. O kadar beyaz, ışık dolu neredeyse şeffaf resimler yapmış ki insan hayret
ediyor.
Kendisiyle tanışabilmiş olmayı çok
isterdim ama maalesef kendisini 2016 yılında kaybetmişiz. Geç tanıdım, çabuk
kaybettim. Huzur içinde yatınız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder